CÜNEYDİ BAĞDADİ K.S - SEYYİD MUHAMMED ŞERİF BUHARİ

İçeriğe git

Ana menü:

CÜNEYDİ BAĞDADİ K.S

ALLAH DOSTLARI

Evliyânın büyüklerinden. İsmi Cüneyd, babasının ismi Muhammed’dir. Künyesi Ebü’l-Kâsım’dır. Tasavvuf ehlinin çok tanınmışlarından olduğu için Seyyid-üt-Tâife yâni tasavvuf büyüklerinin seyyidi, efendisi diye meşhurdur. 822 (H.207)de Nihâvend’de doğdu, 911 (H.298)de Bağdât’ta vefât etti.
Hz. Şeyh ül Meşayih Cüneyd-i Bağdadi Kaddesallhu sırruhu ve ruhahul aziz, alem-i meşayihin şeyhi idi. Cümle halayık onu severdi. Sözleri tarikat içinde sohbettir. Ona Bağdad içinde 'Seyyid üt taife', 'Sultan ül Muhakkikin' derlerdi. Çok tasnifleri vardır.

Cüneyd'i yedi yaşında iken dayısı Hacca götürdü, Harem içinde 400 pir, şükür hakkında konuştular. Sırrı Cüneyd'e:
"Ey oğul ! Sen de söyle." Cüneyd başını aşağı bırakarak tefekküre daldıktan sonra dedi ki: "Şükür oldur ki, Cenab-ı Hakkın verdiği nimetle Ona asi olmayasın. Ve O'nun nimetini masiyete sermaye eylemeyesin. " Cüneyd bu cevabı verince 400 pir bir ağızdan dua ettiler. Sırrı da Cüneyd'e dua kıldı ve "Ey oğul! Bu sözü nerde buldun?"
"Ya seyyidi ! Senin sohbetinde buldum" diye cevap verdi.

SIR

Cüneyd,dayısı Seri Sakati ile İmam Ahmed b.Hanbeli ziyarete gidiyorlar.İmam çok güzel karşılayarak,Seri Sakati ye saygıyla davranıyor,zühd ve takvasını örnek gösteriyordu.Daha sonra Cüneyde bakarak bu genç de kim?diye sordu.Seri:
-Kız kardeşimin oğlu.Güzide bir ilim talebesi,hafızlığını yaptı,İmam Şafii'nin(r.a)öğrencisi olan Ebu Sevr el-Kelbi den fıkıh ve usul dersi aldı.
İmam Ahmed b.Hanbel:
-Allah yeğenine daha çok versin! diyerek Cüneyd e dua etti.

İmam Ahmed b.Hanbel müselsel bir hadis okudu:''Allah Resulu(sav)şöyle buyurmuştur:Rahman olan yüce Allah(cc)merhamet gösterenlere rahmet eder.Yeryüzünde bulunanlara merhamet edin ki,gökte bulunan da size merhamet etsin!''diyerek Cüneyde şöyle buyurdu:
-Evladım bu hadisi benden rivayet etmen üzere sana icazet veriyorum.Hadisi Şerifleri ezberle,Hz.Muhammed Mustafa nın(sav)sünnetine göre hareket et.Şafii mezhebinin fıkhını çok iyi öğren.Çünkü İmam Şafii dünya için bir güneş,insanlar için bir esenlik ve nimet gibidir.Bak evladım,sonradan gelenler arasında bu ikisini karşılayacak İmam Şafinin bir varisi yada onun bir dengi var mı?
Cüneyd şöyle dedi:
-İmam Şafi bu mertebeye ulaştımı?İşte şimdi yaratılmışlar arasında neden kimsenin ne güneşsiz nede nimetsiz kaldığını anlıyorum
-Nedenmiş?
-İnsanların anlayabilmesini sağlamak için Sahabenin aktardıklarından toplayarak bir metot ortaya koydu.
İmam Hanbel:
-İşte bu!İnsanın Kuranı ve sünneti ezberlemesi yetmiyor.Ayrıca fıkhı iyi bilmesi ve bu iki yol göstericiyi kavrayabilecek bir yönteme sahip olması gerekiyor.
Allahın,fıkıh usulu ilmini,İmam Şafi nin eliyle ortaya çıkarması garip bir şey değil.İmam Şafii de temiz ve pak olan ehli beytden biridir.
İmam Ahmed b.Hanbel:  -İçtihat,İslam şeriatını her zamana ve her mekana uyacak şekilde esnek,kapsamlı ve yenilenebilir yapar.Mezhep imamların ihtilafı,ruhsat ile azimet arasındadır ve bütün içtihatları makbuldur.Onların görüş ayrılıkları birbirine zıt olmayıp aksine bir çeşitliliktir.İşte bu Allahın kanunlarına giden mezheplerin çok oluşunun hikmetidir.
Oysa bazı fitne başları kitap ve sünnet bize yeter diyerek mezhepleri reddediyorlar.
Mezhepler kaybolursa İslamda kaybolur.Kuran ve sünneti tam olarak anlayıp kavradığını iddia eden kişi benim:''Kati hüküm alanı,imamların ve fıkıhçıların,üzerinde ittifak ettikleri ve asla görüş ayrılığına düşmedikleri alandır.Mezhep imamları sadece zanni hükümleri yorumlanıp kavranmasında fikir ayrılığı gösterirler.''sözümü tam olarak anlamamış demektir.
Bu alandaki fikir ayrılıklarının sebebi Arapçanın uçsuz bucaksız bir derya oluşundan kaynaklanır..Bu arada Seri Sakati araya girerek İmama:
-Bize yaşadığın sıkıntılardan anlatmayaca mısın üstat?
-Her darlıkta birrahmet vardır Seri!
-Nasıl yani
-Bir keresinde sabah namazını kılıyordum.Rebi b.Süleyman da benimle birlikteydi.İmam Şafii rahmetlinin vefatından önce bana mektubunu getirmişti.Mektubu okudum ve gözyaşları içerisinde ''İnşallah İmam Şafii nin dediklerini yerine getirebilirim dedim.Adam bana'' ne yazmış sana ey İbn Hanbel'' diye sordu.Dedim ki:
-İmam Şafii mektubunda
Peygamber Efendimizi rüyasında gördüğünü söylüyor.Resulü Ekrem şöyle söylemiş kendisine:-''Ey Şafii!Bu gence, Ahmet b.Hanbele müjde ver!Allah'ın diniyle imtihan olacak.Halkul Kuran görüşüne çağrılacak ama o bu çağrıya kulak asmayacak bunun için kırbaçlanacak Allah bu yaptığından ötürü kendisine kıyamete kadar dürülmeyecek bir bayrak verecek.
Seri:
-
Gözün aydın! Gözün aydın ya İmam!mektubu getiren kişi ne dedi ya.
-Senin dediğin gibi gözün aydın Müjdeme ne vereceksin?
Ü
zerimde iki kat kıyafet vardı tenimle temas eden kıyafetimi çıkararak ona verdim.İmam Şafii'ye ulaştırması için cevabımı kendisine bildirdim.Böylece O da çıkıp gitti.
-Cevabın kendisine ulaştıktan sonra İmam Şafii'nin ne dediğini sana ulaştı mı?
-
Evet Rebi bin Süleyman'ın bana anlattığına göre;varıp da olanları kendisine anlattığında İmam Şafi önce kıyafetini satın almaya niyetlenmiş fakat, elçiyi de bu hediyeden mahrum bırakmaya gönlü el vermemiş ve elçiye şöyle demiş:''Ne onu senden satın almak istiyoruz ne de onu bize hediye etmeni.Kıyafeti yıka ve suyunu bize getir sadece''
Rahmetli İmam Şafii,bu sudan her gün alıp hayır ve bereket getirmesi niyetiyle yüzüne sürüyormuş.

Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Cüneyd-i Bağdâdî, Süfyân-ı Sevrî’nin mezhebinde yetişti. Tasavvuf ilmini dayısı Sırrî-i Sekâtî’den öğrendi. Fıkıh, tefsir, hadis gibi ilimleri İmâm-ı Şâfiî’nin talebesi Ebû Sevr’den öğrendi. Ayrıca Hâris-i Muhâsibî, Muhammed Kassâb ve başka zâtların da sohbetinde bulundu. Hocası, aynı zamanda dayısı olan Sırrî-i Sekâtî ile hacca gitti. Mescid-i Harâm’da dört yüz kadar âlim zât şükür hakkında konuşuyordu. Herbiri şükrü târif ve îzâh ettiler. Hocası Sırrî-i Sekâtî ona; “Şükür hakkında bir îzâh da sen yap.” dedi. Bunun üzerine Cüneyd-i Bağdâdî; “Şükür, Allahü teâlânın ihsân ettiği nîmet ile O’na isyân etmemek, O’na isyân için ihsân ettiği nîmeti kullanmamaktır.” buyurdu. Orada bulunanların hepsi bu cevâba sevinip; “Seni tebrik ederiz. Maksadı en güzel şekilde ifâde ettin.” dediler.

İlim ve mârifette yüksek dereceye yükselmiş olan Cüneyd-i Bağdâdî, Resûlullah efendimizin mânevî işâretiyle ilim öğretmeye başladı. Cüneyd-i Bağdâdî, bu husûsu şöyle anlattı:

Hocam Sırrî-i Sekâtî dâimâ bana; “İlim meclisi kur, insanlara ilim öğret, nasîhat et.” derdi. Ben ise kendimi bu işe lâyık görmezdim. Bir Cumâ gecesi Resûlullah efendimizi rüyâda gördüm, bana; “İnsanlara anlat.” buyurdu. Uyandım, sabah erken hocamın kapısına varıp çaldım. Açınca; “Peygamberimiz söylemeden bana inanmadın.” dedi. O sabah ilim meclisi kurup insanlara anlatmaya başladım.

Ders vermeye başlayınca, şöhreti git gide yayıldı. Hıristiyan bir genç bir gün ilim meclisinin kenarına gelip durdu. Fakat üzerinde Hıristiyan elbisesi yoktu. Cüneyd’e hitâben; “Efendim Resûlullah’ın (aleyhisselâm); “Mü’minin firâsetinden korkunuz. Çünkü o, Allahü teâlânın nûru ile bakar” buyurmalarının hikmeti nedir?” diye sorunca; “Belindeki zünnârı (Hıristiyanlara âit alâmeti) çıkar ve Müslüman ol, Müslüman olmak zamânı geldi.” cevâbını verdi. Bu cevap üzerine onun büyüklüğünü anlayan genç, hemen belindeki zünnârı çıkarıp attı ve Müslüman oldu.

Din ve fen ilimlerinde çok yüksek, zamânının büyüğü olan Cüneyd-i Bağdâdî, binlerce talebe yetiştirdi. Talebeleri arasından pekçok velî çıktı. Yaya olarak otuz defâ hacca gitti. Çok kerâmetleri görüldü. Bir defâsında Cüneyd-i Bağdâdî’nin gözleri ağrıdı. Doktor çağırdılar. Gelen Hıristiyan doktor muâyene edip gözlerine su değdirmemesini söyledi. Cüneyd-i Bağdâdî; “Su değdirmeden nasıl abdest alırım?” deyince doktor; “Gözleriniz size lâzım ise su değdirmeyeceksiniz!” dedi. Cüneyd-i Bağdâdî abdest alıp namaz kıldı ve namazdan sonra bir müddet uyudu. Uyandığında gözlerinde ağrı kalmamıştı. O anda bir ses duydu ki;“Sen bizim için gözlerini fedâ etmen sebebiyle o ağrıyı senden giderdik.” diyordu. Bir zaman sonra Hıristiyan doktor tekrar gelip gördü ki Cüneyd-i Bağdâdî’nin gözleri tamâmen iyileşmiş. Hayret edip; “Nasıl yaptın da iyi oldu?” dedi Cüneyd-i Bağdâdî olanları anlatınca, Hıristiyan doktor onun elini öpüp Müslüman oldu ve dedi ki:“Esas ağrıyan göz sizin değil, benim gözlerimmiş!”

Hayâtını ilim öğrenmek, öğretmek ve Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için sarf eden Cüneyd-i Bağdâdî, vefâtına yakın mahzûn ve üzgün bir hâldeydi. Talebeleri onun bu hâlini görüp; “Efendim bizim ümidimiz, sizin şefâatiniz bereketiyle kurtulmaktır. Sizin ise üzüntülü ve ızdıraplı bir hâliniz var. Bu hâliniz yüreğimizi parçalıyor!” dediler. Bunlara hitâben; “Ey dostlarım! Ben yaptığım ibâdet ve tâatımın ve sizlere hoca olmakla kazandıklarımın hepsinin bir kılla asılmış olduğunu ve rüzgâr esmesiyle bir tüy misâli sallandığını hissediyorum. Bu esen rüzgârın red rüzgârı mı yoksa kabul yeli mi olduğunu bilmiyorum!” buyurdu. Biraz sonra “Allah!” diyerek rûhunu teslim etti. 911 (H.298)’ de 91 yaşındayken vefât eden Cüneyd-i Bağdâdî, Bağdât’ta hocası ve dayısı Sırrî-i Sekâtî’nin kabri yanına defnedildi. Kabri, sevenleri tarafından ziyâret edilmektedir.

Son derece ihlâs sâhibi olan Cüneyd-i Bağdâdî, bütün güzel huyları kendinde toplamıştı. Otuz sene cemâatle namazda ilk tekbiri kaçırmadı. Namazda kalbine dünyâ düşüncesi gelse, o namazı tekrar kılardı. Dâimâ Allahü teâlâyı hatırlar her gün 400 rekat namaz kılardı. Otuz yıl yatsı namazından sonra hiç uyumadan ibâdetle meşgul oldu.

Nasîhatleri ve hikmetli sözleri pekçoktur. Buyurdu ki:

İnsanları Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak yol, yalnız Muhammed aleyhisselâmın yoludur. Bundan başka olan dinler, inançlar, rüyâlar çıkmaz sokaktır. İnsanı saâdete kavuşturmazlar. Kur’ân-ı kerîmin emir ve yasaklarını öğrenmeyen ve hadîs-i şerîflere uymayan kimse, câhil ve gâfildir. Buna uymamalıdır.

Müslüman temiz toprağa benzer. Temiz toprağa her şey atılır, ezilip hakâret görür. Lâkin ondan hep güzel, temiz, faydalı şeyler çıkar.

Bir kimsede hilm (yumuşaklık), alçak gönüllülük, cömertlik ve güzel ahlâk bulunursa, bu dört haslet o kimsenin yüksek makamlara kavuşmasına sebeb olabilir. Bunlar, îmânın kemâlidir.

İlim kendi haddini bilmektir.

Tasavvuf kalbi temizlemektir.




Hicaz'dan Bağdad'a döndüler. Cüneyd dükkanda sırça satardı. Hergün dükkana perde asar, 400 rekat namaz kılardı. Bir zaman sonra dükkanı terk ederek halvete girdi. Kırk yıl ibadetle meşgul oldu. Tamam 30 yıl yatsı namazını kıldıktan sonra sabaha kadar ayak üzere durup, Allah Allah derdi. Kırk yıl yatsı abdestiyle sabah namazını kıldı. Birgün hatırından "işim tamam maksudum hasıl oldu mu?" Diye geçti. Derhal hafiften bir avaz işitti:
"Vakit oldu ki zünnar koyasın" Cüneyd bunu işitince feryadı göğe çıktı.
"Bari Hüda ' Cüneyd'den ne günah sadır oldu?" Yine bir nida işitti:
"Tamamlık istemek günahından terbiye idesin"
Cüneyd derdle ah eyledi. Üç gün başını secdeye bırakarak üç gün üç gece kaldırmadı.

Cüneyd'in düşmanları ve halk ona dil uzattılar ve halifeye:
"Halkı hep kendine uydurdu" dediler. Halife:
"Onu hüccetsiz def etmek yaramaz " dedi. Halifenin üçbin altına satın aldığı gayet güzel bir firavuşu (cariye) vardı. Onu koku ve müzeyyenatla süslediler.
"Cüneyd'in halvetine var, ona yüzünü göster ve 'Ya şeyh, hiç kimsem yoktur ve malım çoktur. Ben gönlümü dünyadan çektim. Senden dilerim ki beni hizmetkarlığa ve kardaşlığa kabul edersin. Senin sohbetinde taatla meşgul olayım. Hergiz bu gönlüm dünya ehliyle karar tutmaz ' de dediler." Firavuş gitti. Halife onun ardınca bir de hadim gönderdi. Firavuş Cüneyde vardı, selam verdi. Oturdu. Yüzünü açtı. Cüneyd nagah bir ihtiyar ol firavuşa tuş oldu. Filhal başını aşağı eyledi. Ol firavuş tamamıyle diyeceğini söyledi. Cüneyd nagah başını kaldırıp bir kere ah eyledi. Ol firavuşu üfürdü. Firavuş filhal düştü, can verdi. Halifenin canına od düştü. Yaya olarak Cüneyd'in yanına varıp özürdiledi. Cüneyd:
"Sana emir'ul müminin derler, şefkatin umum Müslümanlara galip ve şamil olmak gerek. Benim 40 yıllık taatimi heder etmek istersin. Senin şefkatin bu resme midir? Yarın huzuru hak'da ne cevap vereceksin?"
Halife Cüneyd'in ayağına düştü. Hacaletle çok özür diledi. Cüneyd'in mertebesi yüceldi. Bu kıssa alem içinde meşhur oldu.
Cüneyd:
"Biz tasavvufu, açlık, uykusuzluk, dünyadan kesilme ve sevdiklerimizden beri olmakla bulduk" demiştir.

Sözleri;
Herkim Allah kelamını sağ eline ve peygamber hadisini sol elinde tutar ve yolunda bu çerağ şulesiyle yürürse, şüphe afetine ve bid'at karanlığına düşmez.

Ben öyle günler geçirdim ki, yer gök ehli, bizim için ağlaşırlardı. Sonra öyle oldum ki ben bunlar için ağlarım. Şimdi de öyle oldum ki ben ne bunlardan haber bilirim. Ne de kendimden. Bin yıl diri olsam amelden bir zerre eksik etmeyem.
Otuz yıl, Cüneyd diliyle, Hak Teala hazretleri halka hitab buyurdu. Cüneyd orada değil, bundan halkın haberi yok idi.

"Otuz yıllık namazı kaza ettim. Namaz içinde gönlüme dünya endişesi gelse o namazı kaza eyler, ahret uçmağı gelse kaza etmez, velakin secde-i sehv eylerdim."

Nakildir ki Cüneyd daim oruç tutardı. Yarenleri gelse onlara muvafakat için orucu bozardı.
Nakildir: Hazreti Cüneyd kaddesallahu sırrahul aziz hırka giymez, alime ve danişment elbisesi giyerdi. Eğer bilsem murakka giymekle iş hazıl olur, demirden kaftan giyerdim. Lakin Hak Teala katında itibar hırkaya ve murakkaya değil, belki gönül şevkine ve gönül derdinedir derdi.
Sırrı Sakati cüneyd'e dedi ki:
"İki gözüm çerağı ! Şimdiden sonra halka nasihat et." Cüneyd:
"Ey dayı ! Sen benim şeyhim ve mürşidimsin. Huzurunuzda söz söylemeye teeddüb ederim" cevabını verdi.
O gece Cüneyd Muhammed Mustafa (sav) Hazretlerini düşünde gördü. Buyurdu ki:
"Ya Cüneyd ! Sen benim ümmetlerime nasihat vermeğe layıksın. Ben sana düstur verdim. Vaz eyle. " Cüneyd uyandı. Sırrı katına düşünü söylemeye vardı. Hazreti Sırrı onu gördü:
"Ey kızkardeşimin oğlu ! Sen benim sözümle vaaz eylemedin, bari Muhammed Mustafa sav in sözüyle vaaz eyle" dedi.
"Ey dayı ! Benim gördüğüm düşü ne bildin."
"O gece ben de düşümde Hak Teala Hazretlerini gördüm:
Ya Sırrı, kız kardeşinin oğlu Cüneyd senin sözünü ve meşayıhlar sözünü tutmadı, kullarıma nasihat vere. Pes, Muhammed Mustafa yı Cüneyd'in vaaz etmesini emretmeye vasıta kıldım dedi. " Bunun üzerine Cüneyd minbere çıktı.
40 kişiden az gelirse gine inerim dedi. Meşayıh ve ululardan kırk kişi hazır oldular. Hazreti Cüneyd mana deryasına daldı ve vaaza başladı. Kırk kişiden sekizi can verdi. Onların cenazesini götürdüler. Yirmi kişi beyhud kaldı. Onlar da evini barkını terk edip, dağlara düştü.
Birgün Hazreti Cüneyd Cuma mescidinde vaaz ederken bir tersa (Hristiyan) oğlanı camiye girdi. Vaazı dinledi, kimsenin haberi olmadı. Tersa, Cüneyd'e dedi ki: "Ya şeyh, Hazreti resul "Sakının müminin ferasetinden kim ol, Allah nuruyla bakar". Bu hadisin manasını şerh ediver " dedi. Cüneyd fikre daldı, başını kaldırıp cevap verdi ki:
"Peygamberimiz sav. Hazretleri bu hadis onun için buyurdu ki sen Müslüman olasın ve zünnarını kesesin" dedi. Tersa bu feraseti gördü. Şehadet getirerek iman etti. Cemaat taaccübde kaldılar.
Cüneyd'in gözü ağrıdı. Tabibe gitti. Tabib: "Gözüne su değdirme " dedi. Cüneyd:
"Abdesti ne yapalım?" Tabib:
"Eğer gözün sana gerekse ilaç budur."
Tabib gitti. Cüneyd abdest alıp namazı kıldı ve uykuya vardı. Uyandığı zaman gördü ki gözü iyi olmuş. Hafiften avaz işitti:
"Cüneyd bizim için gözünü terk eyledi. Eğer o bizi andığı vakit cümle tamulukları bizden dilese idi icabet alacaktı."
Tabib geldi, gördü ki Cüneyd'in gözü iyi olmuş:
"Neyledin?" diye sordu. O da olanı haber verdi.. Tabib Cüneyd'in elini tutup iman etti ve :
"Ya Cüneyd ! Bu ilaç Halık'ındandır. Ağrıyan senin gözün değil, benim gözüm imiş." Dedi.
Cüneyd bir gece müridiyle giderdi.. Bir it ürüdü. Cüneyt "Lebbeyk Lebbeyk" dedi. Mürid eğitti:
"Ya şeyh bu ne haldir?" Cüneyd: "İtin ürüdüğünü Allah Teala kahrında gördüm, avazını O'nun kudretinden işittim ve iti aradan çıkardım. Şüphesiz, Allah kahrında lebbeyk dedim."
Nakildir: Şibli bir gün "la havle…" dedi. Cüneyd: " Bu sözü gönül darlığından derler. Her kim gönül darlığından kurtuldu kazalarına razı oldu."
Nakildir: Birgün bir kişi, Cuma mescidine geldi. Nesne istedi. Cüneyd'in gönlünden geçti ki bu yiğit sağ kazanıp ta niçin yemez, böyle kendini hor eder? Vakta ki Cüneyd uyudu. Düşünde gördü ki, bir kişi örtülü bir tabak getirip Cüneyd'in önüne koydu. Cüneyd örtüyü kaldırdı. Gördü ki mescide tevekkül eden dervişi pişirmişler:
"Bunu ye "denildi. Cüneyd;
"Murdardır ben yeyemem."
"Dün mescid içinde nasıl yedin, şimdi yemezsin?" Cüneyd :
Bildim ki gıybet eylemişim. Ol heybetten uyandım. Abdest alıp namaz kıldım. O dervişi görmek üzre taşra çıktım. Gördüm ki, Dicle kenarında tere yumuşlar, oturmuş anda ufaklarını yer. Yanına vardım. Başını kaldırdı.
"Ya Cüneyd, mesciddeki endişeden tevbe eyledin mi?
"Eyledim"
"Var artık ol endişeyi eyleme" dedi. Ve Şura 25.ayeti okudu ve kayboldu. Cüneyd Hazretleri o kadar ağladı ki gözleri şişti.

Hazreti Cüneyd namazda o kadar dururdu ki ayakları şişer.
"Eğer benimle Allah arasında ateşten deniz olsa, Rabbıma olan iştiyakımdan, geçmek için kendimi denize atardım" derdi.

Hazreti Ali bin Sehl Cüneyd Hazretlerine mektup yazdı: "Uyku gaflettir, muhib odur ki kendisini uykuya vermeye, yoksa maksudundan kalır." Hak Teala, Davud Aleyhisselama vahy eyledi ki:
"Gece yatıp, uyuyan kişi, beni seviyorum davasında yalan söyler". Cüneyd cevap yazdı:
"Bizim uyanıklığımız hak Teala yolunda muamelemizdir. Uykumuzda bizim elimizde değil Hak yedindedir. İhtiyarımız olmaksızın bize haktan gelen her nesne yekrek, uyku, dostların haktan atadır. Nitekim S.a.v. buyurur. Alimlerin uykusu, cahillerin ibadetinden yekrektir." Dedi.

Hz Cüneyd'in bir müridi vardı. Zengin idi. Mal atasından kalmıştı. Cümlesini Cüneyd yolunda sarf eyledi. Birgün:
"Ya şeyh ! Kalan bu evleri nideyim?" dedi.
"Var sat"
Parasını getir diye söylemedi. Mürid satıp getirdi.
"Dicle ırmağına bırak, ta ki ululuğa eresin" dedi.  Yiğit akçayı dicleye bıraktı, geri geldi. Cüneyd müridi katına koymadı. Ne vakit te gelse koymaz idi. Az zaman içinde mertebeye erdi. Ululardan oldu.
Bir yiğit Cüneyd'in meclisine geldi, tevbe eyledi. Nesi varsa dervişlere dağıttı. Bin altın alıkomuştu. Şeyh:
Onları Dicle ırmağına at, dedi. Yiğit altınları aldı. Birbir sayarak suya attı. Hazreti Şeyh geldi. Şeyh ona heybetle baktı ve haykırdı.
"Niçin hepsini birden bırakmadın da birer birer saydın" dedi. Bir zaman meclisine bırakmadı. Akıbet Şeyh Ebul Hasan Sevri ve Şibli yalvardılar, ondan sonra kabul eyledi.
Müridlerden biri:
"Ben kemal dercesine erdim" diye çıktı, halvette bir köşeye çekildi. Seher vakti uykuya daldı. Düşünde, hoş akar sular, bahçeler ve taamlar gördü. Bunlardan kendisini yer ve içer gördü. Ücub ve gurur kendisine galebe çaldığından gördüğü bu rüya şeytani idi.  Halini müridlere söyledi. Müridler de Cüneyd hazretlerine arz ettiler. Cüneyd onun halvetine geldi. Gördü ki kibir ve gurur onun dimağına tesir eylemiş. Hakka layık hiçbirşey yok. Cüneyd:
"Bu gece seni uçmağa götüreler. Varıcak üç kere la havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim! De dedi. Okudu. Hep gördükleri gitti. Bu kez kendisini mezbele ve necaset içinde buldu. Uykudan uyanıp hatasını anladı. Tevbe eyledi. Yine gelip Cüneyd hazretleriyle meşgul oldu. " Müride mürşid gerek, yoksa şeytan gelir ona mürşid olur.

Birgün bir müridden edebsizlik vücuda geldi. O mürid hacetinden kaçtı. Bir mescit bucağına girdi. Cüneyd geldi. Kaşını çatıp ona nazar eyledi. Cüneyd'in heybetinden mürid düştü, başı yarıldı, kan revan oldu. Damlayan her katreden Allah yazılırdı. Cüneyd:
"Cilve ve Şive mi dersin, Allah'dan mı kaçarsın?" Dedi. Müridi bu söze katlanamadı. Can verdi. Cüneyd onun namazını kılıp kendi eliyle defneyledi. Bir mürid onu düşünde gördü. Sordu:
"Eğer beni şeyh kendi eliyle defneylemeseydi, halim nice olurdu."

Cüneyd'in bir müridi vardı, sonradan gelmişti. Hazreti şeyh onu pek sever, diğer müridler onu çekemezlerdi. Müritlerin bu hali Şeyh Hz. lerine malum oldu. Hizmetkarına yirmi kuş getirerek, her müridin eline birer tane verdi.
"Her biriniz bu kuşları kimse görmedik halvet bir mahalde boğazlayıp getirin," dedi.
Hepsi kuşları, varıp ıssız bir mahalde boğazlayıp getirdiler. Yalnız o mürid boğazlamadan getirdi. Cüneyd:
"Niçin boğazlamadın?" diye sordu. "Sultanım, siz kuşları hiç görmedik yerde boğazlayın demiştiniz, ben ıssız bir yer bulamadım, her yerde Hak Telayı hazır gördüm. Cüneyd:
"Gördünüz mü? Nice feraseti vardır." Dedi. Cümle müridleri istiğfar eyleyip, onun farkını ikrar ettiler.

Şeyh Cüneyd hazretlerinin kelamlarındandır.
Fütüvvet Şam'da fesahat Irak'ta, sıdk Horasan'dadır. Yol urucular çoktur. Bu yolda başlıca üç tuzak kuruludur. Mekr, kahri lütuf tuzağı. Bunların nihayeti yoktur.
Kul ile Allah arasında üç deniz vardır. Onları geçmedikçe Allah'a erilmez. Biri dünya : onun gemisi zühddür. İkincisi halk: onun gemisi uzlet, üçüncüsü iblis: onun gemisi düşmanlığını bilip ondan sakınmak, dördüncüsü nefstir ki: onun gemisi dileğini vermemektir. Nefis kötülüğü buyurucu, hevaya uyucudur. Er oldur ki onu öldüre.

Allah'dan gafil olmak cehennem odundan katıdır. Eğer sende nefsinden nesne kalmışsa, azatlığa ermeyesin.
Her kimin de ayeti ola, onun velayeti daim ola.
Her kim Allah'ı bildi, visal vaktine kadar şad olmadı.
Her kim dilerse dini, selamet üzere ola, teni asude ve gönlü inayetli ola. O halktan uzlet eylesin.
Akıl oldur ki yalnızlığı seve.
Herkimin ruyeti ibret olmazsa onun görmezliği görürlüğünden yekrektir.
Herkim Allah zikriyle meşgul olmaya, onun söylemezliği söylediğinden yekrektir. Her kulak kim, haksözünü işitmeye, muntazır olmaya, onun sağırlığı işittiğinden yekrektir. Her ten ki, Allah kulluğuna meşgul olmaya, onun ölmekliği diriliğinden yekrektir.

Derviş oldur ki yer gibi ola, üstüne süprüntü dökeler, tahammül ede ve cümle iyilikleri onda göre.

Sofu oldur ki safi ola, Allah'dan başkasından kesilmekle ve nefsine dilediğini vermemekle. Ve dahi, gönlü Halil İbrahim A.s. ın gönlü gibi dünya dostluğundan salim ola, teslimiyeti İsmail As. ın teslimiyeti gibi ola, gussası hz. Davud a.s gussası gibi ola, sabrı Eyyub as. sabrı gibi, fakrı Hz. İsa as. fakrı gibi ola, şevki Hz. Muhammed Mustafa s.a.v şevki gibi ola.

Cüneyd Hz leri birgün müridleri arasında dururken sarı benizli bir yiğit Cüneyd'e baktı, tezcek geri gitti. Cüneyd onun ardınca bir mürid gönderdi. "Sofilik nedir?" diye ona sor dedi. Mürid ona yetişti sordu. Ol yiğit:
"Cüneyd'e var söyle. Bivasıf ol ki bivasıf olasın." . Cüneyd bu sözü işitince seğirtti, bulamadı.
"Biz onun kadrini bilemedik. O bir Hüma kuşu imiş" dedi. Bir zaman hayrette kaldı.

Hazreti Cüneyd buyurur ki, arifin yetmiş makamı var. Birisi Hergiz bu cihan muradını dilemeye. Hak Tealanın sırrından söyleye, kendi hamuş ola; Hak ile onun arasında hicab olmaya.
Eğer bir sadık, bin yıl Hakka yüz tutsa da bir lahza Hak'tan iraz eylese, bir lahzadaki fevti, bin yıl ibadeti hasılatından artık ola.
Sadık oldur ki, doğru söyleye, kendisine ziyan gelecek yerde bile. Fütüvvet oldur ki dervişlerden arlanmayasın, baylara muaraza eylemeyesin. Rıza oldur ki belayı ganimet bilesin.

Hz Cüneyd'e sordular:
"Adem sema işitince ihtiyarsız harekete gelir. Bu hal nedendir?"
"Hak Subhanehu ve Teala "Elestü" deminde adem oğluna hitab eyledi. Canlar o vakit hitabdan lezzet bulup sordu. Bu alem de dahi sema işitince ol zevk hasıl olur da şüphesiz biihtiyar hareket ederler."

Bir ulu Cüneyd'e tasavvuf nedir diye sordu. Şu cevabı aldı:
"Gönlünü pak eylemek, Hak muvafakatinden ve halktan ayrılmak, beşeriyet sıfatından kendini öldürmek, nefis dileklerinden ırak olmak, kesafette ruhani sıfata gelmek, Hak ilmiyle derecesi yüce olmak ve cümle ümmete nasihat eylemek, vefayı beklemek, Peygamberimiz s.a.v. şeraitine mutabaat eylemektir."
Hak tealanın kudret ve azametini tefekkürden marifet artar, nimetlerini tefekkürden, muhabbet doğar, vaid ve azablarını tefekkürden havf doğar, murakaba da oldur ki daima uyanık durasın, gafil oturmayasın.
İhlas oldur ki Hak muamelesinden halkı çıkarmak.
Uzlet iki kısım. Birisi halktan, birisi de nefis dileğinden uzlettir.
Kulları Haktan men eden hicab üçtür:  Nefis, halk, dünyadır ki, bunlar avamındır. Havvasın hicabı da üçtür : taatini, sevabını, kerametini görmek.
Nakildir hazreti Cüneyd'in vefatı yakın geldi. Halet-i Nez'a düştü, bana abdest aldırın dedi. Abdest aldırdılar, parmaklarını hilal etmediler.
"Tehlili yerine getirin dedi" Getirdiler, derhal secdeye düştü, ağladı. Bakara suresinden 70 ayet okudu. Birkez Allah deyip tesbih okumaya başladı. Beş parmağını yumdu. Besmelei şerifi okudu. Ve ol, ari pak mukaddes canını iki gözünü yumarak hakka ısmarladı. Gasl eden sonradan nakletmiştir.
"Gözünü açayım dedim, ne kadar cehd eyledimse açamadım bir avaz işittim ki: ' Hey ! elini Cüneyd'in gözlerinden çek. O gözlerini onun için yumdu ki bizim didarımızı görmeyince açmaz.' "
Parmaklarını açamadılar. Yine avaz eşitti ki: "Kendisi parmaklarını açmayınca açılmaz"
Cism-i şerifini yudular. Cenazesini götürürlerken bir ak güvercin gelip cenazesinin yanına kondu. Tabut içine girip kayboldu.

Cüneyd Hazretini defn eylediler. Bir ulu anı düşünde gördü, sordu:
"Münkir ve nekre ne cevap verdin?"
"Ol kişi feriştah dergah-ı izzetten benim katıma geldiler. "Menrabbuke?" dediler, güldüm.
"Benim canımı Rabbim yarattı. Elestü birabbiküm hitabında Beli cevabını vermiştim. Şimdi siz tekrar sorarsanız. Sultan ol kişiye sormuş ola kul iken yine sorar mı? Bari size sultan sözüyle cevap vereyim" dedim. Ve Surei Şuara 78, 81 ayetlerini okudum. Bunları işittiler.
"Bu muhabbet eseri, mülkünden ayrılamayanındır," deyip gittiler.
Cenab-ı Hak:
"Ya Cüneyd uçmağa girer misin? " buyurdu.
"Sultanım, ben seni güçle buldum, beni karşına koy, hayran olayım durayım." Hak Teala:
"Ya Cüneyd ! Ben seninim sen benim, şimdiye değin sen benim dediğimi tutardın, şimdiden sonra ben de senin dediğini tutarım" buyurdu.


****
Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri

Bağdat’ın genç hatibi
Cüneyd 7-8 yaşlarındadır. Bir gün babasını ağlarken görür.
-Neler oluyor baba?
-Dayına (Sırriyi Sekati Hazretlerine) zekât için bir kaç gümüş yolladım, almadı. Yoksa ben ömrümü Allah adamlarının beğenmediği şeyleri kazanmak için mi geçiriyorum?
-Müsaade edersen bir de ben deneyeyim.
-Alacağını zannetmem ama sen bilirsin.
Nurlu çocuk dayısına gider ve gümüşleri uzatır. Büyük veli hem gülümser, hem elini çeker. “Hayır Cüneyd” der, “alamam”.
-Adl edip babama emreden ve ihsan edip seni serbest bırakan Allah (Celle Celalüh) için al!
Sırriyi Sekati tutulur kalır. Şiir gibi bir cümle, içinde bin mânâ. Büyük veli kucağını açar, “Hem gümüşleri kabul ettim” der, “hem de seni!”
Edipler parmak ısırır
Sırriyi Sekati Hazretleri bu cevheri çok sever. Çünkü o, en girift meseleleri bile berrak bir şekilde ifade eder. Onu yanından ayırmaz olur hatta birlikte hacca giderler. Bir ara Hicaz âlimlerinin oturduğu bir meclise katılırlar. Mevzu şükürdür. 400 âlim şükrü en veciz şekilde tarife çalışır. Tam dağılacaklardır ki içlerinden biri “Durun hele” der “küçükbeye sormadık” Cüneyd “Şükr Allah-ü teâlâ’nın ihsan ettiği nimetlerle ona isyan etmemektir” der ki o ana kadar yapılan tariflerin en mânâlısıdır.
Cüneyd ibadetten tarifsiz bir lezzet alır ve geceleri asla uyumaz. Bir yandan Sırriyi Sekati’nin sohbetleriyle hâllere ve sırlara kavuşurken, diğer yandan İmam-ı Şafii’nin talebelerinden fıkh ve hadis öğrenir. Ancak muhteşem ilmine rağmen kürsüye çıkmaz. Ta ki rüyasında Resulullah Efendimizi (Sallallahü aleyhi ve sellem) görünceye kadar. Server-i Kainat, ona “Ey Cüneyd insanlara nasihat et” buyururlar, “Zira sözlerin ferahlık vericidir. Allah-ü teâlâ seni insanların kurtuluşuna vesile kıldı.”
İşte o günden sonra vaaza başlar ve Bağdatlı Cüneyd, Cüneyd-i Bağdadi olur.
Berberin ihlâsı
Birisi ona gelir sorar: “İhlâsı kimden öğrendiniz?”
-Mekke-i Mükerreme’de harçlıksız kalmıştım. Basra’dan para bekliyordum ama gelmemişti. Saçım sakalım çok uzamıştı. Bir berbere girdim “Peşin peşin söyliyeyim param yok” dedim, “Allah rızası için saçlarımı düzeltebilir misin?” Berber o anda mevki sahibi birini traş etmekteydi. Onu bırakıp bana başladı. Adam itiraz etti. Berber “Kusura bakmayınız efendim” dedi, “sizi ücreti mukabilinde traş ediyorum. Ama bu genç Allah rızası için istedi” Berber dahasını da yaptı, bana harçlık verdi. Aradan birkaç gün geçti, beklediğim para geldi. Ona bir kese altın götürdüm. “Asla alamam” dedi, “İnan Allah’ın rızası, daha değerli”
Meclisine gelenlerden biri mübareği denemek ister. Aklınca zor bir soru hazırlar ve sorar. Mübarek “sözle mi cevap verelim” der, “yoksa halle mi?”
-İkisi de olsun.
-Eğer kendi kendini deneseydin, bizi denemeye lüzum görmezdin. Kalbindeki değişimi de mi farketmedin?
-Peki hâl ile cevabınız nasıl olacak?
-Yüzüne bak anlarsın.
Adam aynayı eline aldığında kendini tanıyamaz, çünkü yüzü simsiyahtır. Üstelik bu yola olan muhabbetinden eser kalmamıştır ki bu tard oldu demektir. Büyükleri incitmek böylesine korkunç bir cürettir işte.
Aradığına bağlı
Adamın biri Cüneyd-i Bağdadi’ye gelip “Nerede o eski kardeşlikler” der, “Hani, Allah için sevenler?”
-Eğer sıkıntılarına katlanacak birini arıyorsan bulamazsın ama sıkıntılarına katlanacağın dostlar arıyorsan çoktur.
Cüneyd-i Bağdadi’nin talebelerinden biri şeytanın vesveselerine kapılıp kemâle geldiğini zanneder. Birbirinden cazip rüyalar görmeye başlar ve bunları arkadaşlarına da nakleder. Cüneydi Bağdadi Hazretleri onun durumuna çok üzülür. Talebesinin ayağına kadar gider ve “Eğer rüyanda seni cennete götürürlerse üç defa ‘La havle...’ oku” diye tenbih eder. Hakikaten o gece rüyasında onu alıp cennete götürürler. Aklına hocasının sözü gelir. “La havle...” okuduğu anda kendini çöplükler, pislikler içinde bulur. İçine düştüğü durumu anlar ve tevbe eder. Mübârek, “Herkese bir mürşid-i Kâmil lâzımdır” der “aksi halde mel’ûn şeytan musallat olur ve oyuncak eder.”
Talebelerinden biri sorar: “Hiç ibadet ve tâat yapmadan Allah’ın (Celle Celalüh) lütfuna kavuşmak mümkün müdür?
-Zaten gelen bütün nimetler Allah’ın lütfudur. Bizim gibi acizlerin ibadetlerinden ne olsun.
Son nefes, zor nefes
Mübarek vefat edeceği gün çok korkulu ve üzgündürler. Yüzleri kül gibi olmuş rengi uçmuştur. Talebeleri bu halden çok ürkerler. Hatta içlerinden biri “Aman efendim” der, “biz sizin şefaatiniz ile kurtulmayı ümid ediyoruz. Eğer siz bu kadar sıkıntı çekerseniz bizim halimiz nice olur?
-Ey dostlarım yetmiş yıllık ibadetimi kıldan ince bir ipe astılar. Kâh o yana, kâh bu yana sallanıyor ve ben bu esintinin kabul yeli mi, red rüzgârı mı olduğunu bilemiyorum.
Naaşını yıkayan talebesi su ulaştırmak için mübarek gözlerini aralamaya çalışır. Melekler dile gelir, “Kendini yorma” derler, “Cüneydin gözü Allah’ın zikri ile kapanmıştır ve onun didarını görmeden açılmaz.”
Talebelerinden biri onu rüyasında görür. Merakla sorar: -Efendim, Allah-ü teâlâ size nasıl muamele etti?
-İlim ve marifet dolu sözlerimin hiçbir faydası olmadı. Sadece gece kıldığım namazlar imdadıma yetişti.

 
 
Ara
İçeriğe dön | Ana menüye dön