Ana menü:
Eshâb-
(s.a.v.) iltifat buyurarak söylediği “Ebû Türâb”dır. Hiç puta tapmadan müslüman olduğu için
“Kerremallahü vecheh”, kahramanlığı ve çok cesur olmasından dolayı “Kerrâr” “Esedullah-
Hz.Ali, Hicret’ten yirmiüç sene önce (m. 579) senesinde Mekke’de doğdu. 40 (m. 660)’da şehîd edildi. Hz. Ali Cennetle müjdelenen on sahâbîden dördüncüsü ve Ehl-
Ebû Tâlib tarafından kabulü ile Hz. Ali beş yaşından itibaren Resûlullah ile yaşamış, Resûl-
Çocuklar arasında ilk defa Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğini tasdîk edenlerdendir. Güzel ahlâkın canlı timsali idi. “Allah’ın arslanı!” diye tanınmıştı. Şecaati, metaneti, cesareti eşsizdi, hiç bir vakit haddi aşmazdı. Hayatının sonuna kadar Hz. Resûl’ün yanından hiçbir suretle ayrılmamış, daima meclislerinde bulunmuş,
Onu can kulağıyla dinlemiştir. Küçük yaşta müslüman olmuş ve Nebîyy-
durmuş, Resûl-
Daha on yaşında iken, bir gün Resûlullah (s.a.v.) ile Hz. Hadîce’nin beraber namaz kıldığını gördü. Namazdan sonra, “Bu nedir?” diye sordu Resûl-
dedi. Resûlullah ona “İslâma gelmezsen, bu sırrı kimseye söyleme!” buyurdu. Hz. Ali ertesi sabah, Resûlullahın huzuruna gelerek “Yâ Resûlallah, bana İslâmı arz eyle” diyerek müslüman oldu. Müslüman olanların üçüncüsüdür. Hz. Ali, çok fedâkâr idi. Onun Resûl-
Peygamber efendimiz, Hak teâlâ’dan hicret emrini aldığı zaman, Hz. Ali’nin de Resûl-
idi. Hak teâlâ, şeytân dahil bütün kâfirlere bir uyku verdi. Bunlar uykuda iken Resûl-
Hak teâlâ, Mikâil ve İsrâfil (a.s.)’a “Kafirler belki bir anda. Ali’ye bir hatada bulunurlar. Sizler behemehal Ali’nin yanına yetişin?’ buyurdu. Bu iki büyük melek, Hz. Ali’nin yanına geldiler. Mikâil
(a.s.) Hz. Ali’nin başucunda, İsrâfil (a.s.)’da ayak ucunda oturup duâ ederlerdi. Bir zaman sonra (mel’ûn) Şeytan uyandı. Yüksek sesle: “Vay! Muhammed kaçtı.” dedi. Şeytan, kâfirlere insan suretinde görünürdü. Kâfirler mel’ûna: “Ne biliyorsun?” dediler. Mel’ûn Şeytan: “Binlerce senedir uyku gözüme girmemişken, bu gece Muhammed’in yaptığı sihirle uyuyakalmışım” dedi. Bunun üzerine bütün kâfirler Resûl-
nida ettirdi. Herkes gelip nişanını söyleyerek emânetini aldı. Bütün emânetlerini sahiplerine teslim etti.
Mekke-
evini kaldırmasın, yoksa aramız açılır”, dediler. Hz. Abbas bu sözleri Hz. Ali’ye söyledi. Hz. Ali; “Amcacığım, yarın inşâallah Resûl-
çıkan olursa cenk ederim.” buyurdu. Hz. Abbas, Hz. Ali’nin sözlerini Kureyş kâfirlerine söyleyince canları sıkıldı. Hz. Ali’yi şehirden dışarı çıkarmayacaklarına karar aldılar. Sabah oldu. Hz. Ali, Resûl-
Yolda, o zaman henüz îmân etmemiş olan Mikdâd bin Esved, Hz. Ali’nin karşısına çıktı. Hz. Ali hiçbir söz söyletmeden bir vuruşta yere yıktı. Göğsüne çıkıp imâna davet buyurdu. Derhâl cân-
Hz. Ali, Resûlullah’a (s.a.v.) şişmiş olan ayaklarından kanlar akar vaziyette, Kuba’da yetişmişti. Gündüzleri saklanıp, geceleri yaya olarak yürüdüğü bu yolculuğun sonunda Peygamberimizin huzuruna
gidemiyecek bir halde idi. Resûl-
Hz. Ali, Medine-
bulunarak, fevkalâde gayret ve kahramanlıklar göstermiştir. Hz. Ali Bedir savaşında birçok azılı müşriki öldürmüştür.
Daha savaşın başlarında mübârezede Velîd bin Ukbe’yi bir kılıç darbesiyle öldürdü. Akşama doğru, iki taraf da birbirine karışmıştı. Kum tepesinin üzerinde zırhlara bürünmüş müşriklerden birisi, Sa’d bin Hayseme’yi şehîd etmişti. Hz. Ali, O’na yaklaştı. Müşrik atından indi ve Hz. Ali ile vuruşmaya başladı. Hz. Ali, müşrikin darbesini kalkanı ile karşıladı ve müşrikin kılıcı kalkana saplanıp kaldı.
Hamle sırası Hz. Ali’ye gelmişti. Hz. Ali kılıcı ile müşrikin göğsüne doğru çaldı. Zırhını enlemesine biçince müşrik titredi ve sarsıldı. Hz. Ali o esnada arkasında bir kılıcın parladığını ve şakıdığını görünce başını eğdi. Kılıcı parlatan “Al buda ben Abdülmuttalib’in oğlundan!” derken müşrikin kellesi, miğferiyle birlikte yere yuvarlandı. Hz. Ali dönüp arkasına baktığı zaman, Hz. Hamza’yı gördü. Yine bu savaşta Nevfel bin Huveylid ile karşılaştı. Nevfel hakkında Peygamber efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Yâ Rabbi! Nevfel bin Huveylide karşı bana yardımcı ol! O’nun hakkından gel!” diye duâ etmişti. Hz. Ali, onun bu savaşta kılıcıyla önce bacaklarını sonra kafasını kopardı. Sonra Peygamber efendimize (s.a.v.) Nevfeli öldürdüğünü haber verdi. Bunun üzerine Resûl-
İbn-
Resûlünün Hz. Muhammed (s.a.v.) olduğunu ikrâr ve tasdîk etmendir”, buyurdu. Amr: “Bunu kabul etmiyorum, başka ne istiyorsun?” dedi. Hz. Ali: “İkinci isteğim bu iki kuvveti hallerine bırakıp, Mekke’i Mükerreme’ye gitmendir” buyurdu. Amr “Bunu kabul ettim, yalnız Ebû Bekr, Ömer ve Osman (r.a.)ın başlarını keserim,” dedi. Hz. Ali: “Ey ahmak! Benim başımı kesmeden onların başını nasıl kesersin?” buyurdu. Amr: Yâ Ali! Sen henüz gençsin, dünyânın tadını almamışsın, ben senin başını kesmek istemem.”
dedi. “Ben Allahü teâlânın yardımı ve Resûlünün duâsı ile senin başını kesmek isterim” buyurdu. Hz. Ali’nin bu sözü üzerine Amr, atından inip Hz. Ali’ye doğru yürüdü. Hz. Ali de atından indi. Birbirlerine hamle ettiler. Hz. Ali bir fırsatını bulup, Amr’ın uyluğunu bir kılıç darbesiyle kopardı. Artık işi bitti, diyerek geriye dönmüş gelirken, Amr, kendi kopmuş bacağını Hz. Ali’ye fırlattı. Hz. Ali hemen geri dönüp Amr’ın başını kesti. Resûlullah (s.a.v.) tekbir getirip: “Ali’nin Amr bin Abdûd ile bir kere karşılaşması, ümmetiminkıyâmete kadar olan ibâdetinden hayırlıdır.” buyurdu.
Hz. Ali, Tebük harbinde bulunmayıp, Resûlullah (s.a.v.) tarafından Ehl-
savaşında, ordu başkomutanlığı yapmıştır.
Hayber kalesinin fethinde, kalenin kapısını koparıp, kalkan olarak kullanmıştır. Bu savaşta Hz. Ali’nin gözleri ağrıyordu. Resûlullah (s.a.v.) O’nu çağırtarak gözlerine üfledi ve şifa bulması için Allahü teâlâya duâ etti. Hz. Ali’nin gözlerinde bir ağrı sızı kalmadı. Bu savaşta, yahudilerin meşhûr pehlivanı Merhab: “Hayber halkı iyi bilir ki: Ben, gelip çatan harplerin tutuştuğu, kızıştığı zamanlarda, tepeden tırnağa kadar silâhlanmış, cesaret ve kahramanlığı denenmiş
Merhab’ımdır. Ben, kükreyerek geldikleri zaman aslanları bile kâh mızrakla, kâh kılıçla vurup yere sermişimdir” diyerek müslümanlardan er diledi. Bunun üzerine Hz. Ali, “Ben O’yum ki: Anam bana Haydar
(Arslan) adını takmıştır! Ben, ormanların, heybetli görünüşlü arslanı gibiyimdir. Sizi, geniş ölçüde ve çarçabuk tepeleyici bir er kişiyimdir” diye şiir söyleyerek Merhab’ın karşısına dikildi. Bu şiir Merhab’a o gece gördüğü rüyayı hatırlattı. Rüyasında kendisini bir arslanın parçaladığını görmüştü. Hz. Ali, Merhab’la karşı karşıya geldiğinde, Merhab’ın tepesine öyle bir kılıç indirdi ki, kılıç, Merhab’ın siperlendiği kalkanını ve demirden miğferini kesti. Başını, ikiye ayırdı. Merhab’ın başına inen kılıncın çıkardığı ses o kadar fazla idi ki, Hayber karargâhında bulunan Ümm-
Bir harpte düşmanını altına almış, kılıcı ile boğazlamak üzereydi. O anda düşmanı, var gücü ile Hz. Ali’nin yüzüne tükürdü. Bunun üzerine öldürmekten vazgeçti. Altındaki düşman, niçin öldürmediğini sorunca. “Biraz önce seni, Allah için öldürecektim. Yüzüme tükürünce, kendi nefsim için öldüreceğimden korktum. Nefsimin isteğine uymamak için vazgeçtim.” dedi. Bu dinin emirlerindeki büyüklüğü anlayan müşrik hemen müslüman oldu. Hz. Ali, servet sahibi değildi. Buna rağmen çok cömert, çok kerîmdi. Son derece mütevazı, alçak gönüllü idi. Hakkında birkaç âyet-
öğülmüştür. Pek çok hadîs-
Bir gün Eshâb-
Resûlullah (s.a.v.) veda haccından dönerken “Gadîr-
Uhud harbinde Eshâb-
Hz. Ali, Irak’a giderken, Abdullah bin Selâm (r.a.) O’nun ziyâretine gelmiş: “Yâ Ali, Irak’a gitme, korkarım ki, orada vücuduna bir kılıç ağzı isabet eder” demiş, Hz. Ali de: “Evet! Allaha yemin ederim ki,
bunu bana Resûlullah haber vermiştir” diye mukabelede bulunmuştu. Ebü’l-
Hz. Ali vahy kâtiblerindendi. Peygamberin mektûblarını da yazardı. Hudeybiye anlaşmasını da o yazmıştı. Resûlullah (s.a.v.) Eshâb-
hiç birinde Hz. Ali ile, bir başkası arasında akd buyurmayınca, Hz. Ali’nin “Beni unuttunuz mu?” suâline Peygamberimiz “Sen, dünyâda ve ahirette benim kardeşimsin” buyurdu. Hz. Ali, âlîcenâbtı (cömertti), doğru söylerdi. İlmin menbaı, kaynağı sayılırdı. Dindarları, müttekîleri severdi, fakîrlere yardım ederdi. Hz. Fâtıma ile evlenmiş ve Peygamber (s.a.v.) efendimize damat olmuştur.
Hz. Fâtıma’dan,Muhsin,Zeynep, Hasan, Hüseyin ve Ümmü Gülsüm (r.a.) isimlerinde evlâtları olmuştur.
Resûlullah (s.a.v.), Hz. Ali ile Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’i (r.a.) mübârek abaları ile örterek: “İşte,benim Ehl-
Kur’ân-
Hattâ bir gün hutbe irâd ederken cemâate hitaben: “Sorunuz! Bana ne sorar iseniz, size cevâbını veririm. Kitâbullah’dan bana sorunuz. Vallahi bir âyet yoktur ki, ben onun gecede mi, gündüzde mi kırda mı, dağda mı, nazil olduğunu bilmiyeyim!..” diye buyurmuştu. Bu sebepten, hakkında birçok rivâyet olup anlaşılması güç mes’elerde, onun rivâyeti tercih edilmiştir. Hacc-
Buhârî’de, hem de Sahîh-
Hz. Ali, Eshâb-
Peygamber efendimiz (s.a.v.) vefât edince, O yıkayıp kefenledi. Bu son mübârek vazife, ona nasîb oldu. Definden sonra, halife seçilen Ebû Bekir’e (r.a.) bîat edip, ona devlet işlerinde yardımcı oldu ve kadılık (hâkimlik) görevlerinde bulundu. Hz. Ömer’in halifeliğine de bîat edip, halifenin danışmanı ve hâkimliğini yaptı. Hatta Hz. Ömer buyurdu ki: “Şayet Hz. Ali olmasaydı, Ömer helâk olurdu.” Hz. Osman’ın da halifeliğine bîat edip, hilâfet işlerinde onun vezirliğini yaptı. Hz. Osman’ın şehîd olmasından evvel, gerek kendisi ve gerekse oğulları Hz. Osman’ı korumak için gerekli tedbirleri almıştır. Hz. Osman’ın şehâdetini duyunca da oğullarının yüzüne karşı: “Siz yaşarken onun şehîd düşmesine nasıl imkân bıraktınız?” diye büyük bir teessürle hitap etmiştir. Hz. Ali, mâni olmaya çalıştığı halde bir türlü önüne geçemediği elim şehâdet vak’ası üzerine Hicrî 35 yılının zilhicce ayında, Medine-
bulunan kardeşi Muhammed bin Ebî Bekir ile Medine’ye gönderdi. Hz. Ali bu vak’adan sonra, Basra’ya bir vali tayin ederek oradan ayrıldı. Bir daha Medine’ye dönmeyip, Kûfe’ye gitti. İslâm devletinin merkezini de, Kûfe olarak tesbit etti. Cemel vak’asından bir sene sonra Sıffîn denilen yerde Hz. Muâviye’nin ordusu ile yüz günde doksan meydan muharebesi yaptı. Askerlerinden yirmibeşbin, karşı taraftan kırkbeşbin kişi şehîd oldu. Karşı taraftan gelen sulh teklifini kabul edince, ordusundan yedibin kişi ayrıldı. Bunlara “Hârici” denildi. Bunların üzerine yürüyüp, perişan etti.
Ümmetin malini ümmete dagitirken de son derece titiz davranirdi. Kendisine bir pay ayirma noktasinda gayet dikkatli olup, kimsenin hakkina tecavüz etmemekte de büyük bir örnek idi. Kendisini Kûfe'de görenler, kışın sogugunda ince bir elbisenin altinda tir tir titreyerek camiye gittigini aktarirlar.
Devlet yönetici ve memurlarinin nasil davranmalari gerektigi konusunda su yönetmeligi hazirlamisti.
1. Halka karsi daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin. Onlara bir canavar gibi davranmayin ve onlari azarlamayin .
2. Müslüman olsun olmasin herkese ayni davranin. Müslümanlar kardesleriniz, müslüman olmayanlar ise sizin gibi bir insandir.
3. Affetmekten utanmayin. Cezalandirmada acele etmeyin. Emriniz altinda bulunanlarin hatalari karsisinda hemen öfkelenip kendinizi kaybetmeyin .
4. Taraf tutmayin, bazi insanlari kayirmayin. Bu tür davranislar sizi zulme ve despotluga çeker.
5. Memurlarinizi seçerken zalim yöneticilere hizmet etmemis ve devletin suçlarindan ve zulümlerinden sorumlu olmamis bulunmalarina dikkat edin.
6. Dogru, dürüst ve nazik kisileri seçin ve çikar ummadan ve korkmadan aci gerçekleri söyleyebilenleri tercih edin.
7. Atamalarda arastirma yapmayi ihmal etmeyin.
8. Haksiz kazanç ve ahlâksizliklara düsmemeleri için memurlariniza yeterince maas ödeyin.
9. Memurlarinizin hareketlerini kontrol edin ve bunun için güvendiginiz samimi kisileri kullanin.
10. Mektuplar ve müracaatlara bizzat kendiniz cevap verin.
11. Halkin güvenini kazanin ve onlarin iyiligini istediginize kendilerini inandirin .
12. Hiç bir zaman vaadinizden ve sözünüzden dönmeyin.
13. Esnaf ve tüccara dikkat edin; onlara gereken önemi gösterin, fakat ihtikâr, karaborsa ve mal yigmalarina izin vermeyin.
14. El islerine yardim edin; çünkü bu yoksullugu azaltir, hayat standardini artirir.
15. Tarimla ugrasanlar devletin servet kaynagidir ve bir servet gibi korunmalidir.
16. Kutsal görevinizin yoksul, sakat ve yetimlere bakmak oldugunu hiç aklinizdan çikarmayin. Memurlariniz onlari incitmesin, onlara kötü davranmasin. Onlara yardim edin, koruyun ve yardiminiza ihtiyaç duyduklari her zaman huzurunuza çikmalarina engel olmayin .
17. Kan dökmekten kaçinin, islâm'in hükümlerine göre öldürülmesi gerekmeyen kimseleri öldürmeyin.
Hicretin kırkıncı yılının Ramazan-
Amr İbni zi-
Halifeliği devrinde zuhur eden fesatçılarla mücadelede bulunduğundan, beş sene süren hilafet zamanlarında sükun ve huzur bulamamış, hükümet idaresinde Hz. Ömer’in yolunu tutmuştur. Memurları murakabe eder, her işin emniyet ve istikamet dairesinde yapılmasını ister, halka karşı şefkat gösterirdi.Yoksulları Beyt-
Hz. Ali, buğday benizli, orta boylu, uzun gerdanlı, güler yüzlü, iri ve siyah gözlü, geniş göğüslü, iri yapılı idi. Sakalı sık idi. Sakalını muharebe zamanlarında sünnet olandan fazla uzatır ve omuzlarına
kadar yayılırdı. Son zamanlarında saçı ve sakalı pamuk gibi beyaz olmuştu. Hem ilim, hem de amel bakımından en yüksek derecede olduğu halde, Allah korkusundan hemen her gün ağlardı. Güzel ahlâkın canlı bir timsali idi. Çok hadîs-
“Allahü teâlâ bana dört kişiyi sevmemi emretti. Ben de onları seviyorum.” Bunlar kimlerdir?
denildikte, “Ali onardandır. Ali onlardandır. Ali onlardandır ve Ebû Zer, Mikdat ve Selmân’dır.”
“Ali, dünyâda da, âhirette de benim kardeşimdir.”
“Ali, Cennette sabah yıldızı gibi parlar.”
“Ben ilmin şehriyim, o şehrin kapısı Ali’dir.”
“Ali bendendir, ben de ondanım, Onu bütün mü’minler sever.”
“Ali’ye bakmak ibâdettir. Ali’yi inciten beni incitmiş gibidir.”
“Kadınların en iyisini, erkeklerin en iyisine verdim.”
“Kızım Fâtıma’yı Ali’ye vermeyi, Rabbim bana emr eyledi. Allahü teâlâ her peygamberin sülâlesini
kendinden, benim sülâlemi de Ali’den yaratmıştır.
“Ali, kıyâmet günü benim yanımdadır. Havuz ve kevser yanında benimledir. Sırat üzerinde
benimledir. Cennette benimledir. Allahü teâlâyı görürken benimledir.”
“Münâfıkların kalbinde dört kimsenin muhabbeti toplanmaz: Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali(r.a.)”
“İmânın alâmetleri vardır: Birinci alâmeti Ali’yi sevmektir. Ali iyilerin rehberidir. Ona yardımedene, yardım edilir. Ona sıkıntı vermeye uğraşanın kendisi perişan olur. Cennet üç kimseye âşıktır. Ali’ye, Selmân’a ve Ammâr’a.”
“Ehl-
Hz. Ali’nin (r.a.) Peygamberimizden (s.a.v.) rivâyet ettiği bazı hadîs-
“Günah işleyen biri pişman olur, abdest alıp namaz kılar ve günahı için istiğfâr ederse (bağışlanmasını dilerse), Allahü teâlâ o günahı elbette affeder. Çünkü Allahü teâlâ, Nisâ sûresi 109.
âyetinde: (Biri günah işler veya kendine zulm eder, sonra, pişman olup, Allahü teâlâ’ya istiğfârederse, Allahü teâlâ’yı çok merhametli ve af ve mağfiret edici bulur) buyurmaktadır.”
“Üzerinde farz borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa, boş yere zahmet çekmişolur. Bu kimse kazasını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nafile namazlarını kabul etmez.”
Eshâb-
oldu: Hz. Ali: -
Hz. Ali: Ben senin önüne geçemem. Çünkü, Resûlullah (s.a.v.) “İbrâhîm aleyhisselâmı görmek isteyen Ebû Bekir’in yüzüne baksın”, buyurdu.
Hz. Ebû Bekir: -
Hz. Ali: -
Hz. Ebû Bekir: Ben, senin önüne geçemem! Resûl (a.s.) Hayber’de: “Yarın sancağı öyle bir kimseye veririm ki, Allahü teâlâ Onu sever. Ben de, Onu çok severim.” buyurdu.
Hz. Ali: -
Hz. Ebû Bekir: -
Hz. Ali: -
Hz. Ebû Bekir: -
aleyhisselâm! Senin baban İbrâhîm Halil, ne güzel babadır. Senin kardeşin Ali bin Ebî Tâlib ne güzel kardeştir.”
Hz. Ali: -
verir. Sonra Cebrâil (a.s.) gelip, Yâ Muhammed! Cennetin ve Cehennemin anahtarlarını, Ebû Bekir Sıddîk’a ver. Ebû Bekir, istediğini Cennete, dilediğini Cehenneme göndersin der.”
Hz. Ebû Bekir: -
benimledir. Allahü teâlâyı görürken, benimledir.”
Hz. Ali: -
Hz. Ebû Bekir: -
Hz. Ali: -
Hz. Ebû Bekir: -
Ebî Tâlib’tir buyurur.”
Hz. Ali: -
Hz. Ebû Bekir: -
(a.s.). Biri, Allah’dan korkanların üstünü Ali’dir. Üçüncüsü, kadınların üstünü, Fâtımatüz-
Hz. Ali: -
Hz. Ebû Bekir -
Hz. Ali: -
Bilâl-
Resûlullah’ın (s.a.v.) bu iki sevgilisi, kapıda böyle konuşurlarken, kendileri içeriden dinliyordu. Hz. Ali’nin sözünü kesip içeriden buyurdu ki: “Ey kardeşlerim Ebû Bekir ve Ali! (r.a.) artık içeri girin!Cebrâil aleyhisselâm gelip dedi ki, yerdeki ve yedi kat göklerdeki melekler sizi dinlemektedir.Kıyâmete kadar birbirinizi övseniz, Allahü teâlâ yanındaki kıymetinizi anlatamazsınız” ikisi bir birine sarılıp, birlikte Resûlullah’ın (s.a.v.) huzuruna girdiler. Resûlullah efendimiz:
-
“Yâ Resûlallah! Ben, Ali kardeşimin düşmanlarına şefâat etmem, Hz. Ali de dedi ki: “Yâ Resûlallah! Ben de Ebû Bekir kardeşimin düşmanlarına şefâat etmem ve başını kılıç ile bedeninden ayırırım. Ebû Bekir (r.a.): Ben, senin düşmanlarına Kevser havzından su vermem, buyurdu: Hz. Ali de: Ben senin düşmanlarını sırat üzerinden geçirmem, buyurdu.
Hz. Muâviye, Hz. Ali Hakkında: “Hz. Ali son derece âlîcenâb bir insandı. Sözün doğrusunu söyler, her davayı hakkaniyetle hallederdi. Ali (r.a.), ilim ve hikmetin feyyaz bir kaynağı idi. Kendisi dünyâ ziynetlerinden ve şatafatlarından nefret eder, gecenin karanlığında mescidin mihrabına gelir, düşünür, ibadet eder ve ağlardı. Dindar ve muttaki olanlara, fukara ve muhtaç olanlara yardımı severdi. Şeytan, dünyâ, hiçbir vakit onu aldatamadı,” demiştir.
Peygamber efendimiz (s.a.v.), Hz. Ali’ye buyurdular ki: “Yâ Ali altıyüzbin koyun mu istersin,yahut altıyüzbin altın mı veyahut altıyüzbin nasîhat mı istersin?” Hz. Ali dedi ki: “Altıyüzbin nasîhat isterim.” Peygamber aleyhisselâm buyurdu ki: “Şu altı nasîhata uyarsan, altıyüzbin nasîhata uymuş olursun.”
1. “Herkes nafilelerle meşgul olurken, sen farzları ifâ et. Yani farzlardaki rükünleri, vâcibleri,sünnetleri, müstehabları ifâ et!
2. Herkes dünyâ ile meşgul olurken, sen Allahü teâlâyı hatırla. Yani din ile meşgul ol, dine uygun yaşa, dine uygun kazan, dine uygun harca!
3. Herkes birbirinin ayıbını araştırırken, sen kendi ayıplarını ara. Kendi ayıplarınla meşgul ol!
4. Herkes, dünyâyı imâr ederken, sen dinini imâr et, zînetlendir.
5. Herkes halka yaklaşmak için vâsıta ararken, halkın rızâsını gözetirken, sen Hakkın rızâsını gözet. Allahü teâlâya yaklaştıran sebep ve vâsıtaları ara!
6. Herkes çok amel işlerken, sen amelinin çok olmasına değil, ihlâslı olmasına dikkat et!”
Hz. Ali Sıffîn harbine giderken, yolda susayan askeri için, su bulamayınca, birçoklarının kaldıramadığı bir taşı tek başına kaldırdı, altından leziz su çıktı. İçtiler, aldılar götürdüler. Ali (r.a.) o taşı yine
yerine koydu. Bu hâdisenin geçtiği yerin yakınında bir kilise vardı. O kilisenin rahibi bu hali oradan gördü. Hemen aşağı inip, Hz. Ali’nin huzuruna geldi. Sen Peygamber misin? diye sordu. “Hayır ben son
Peygamber Muhammed bin Abdullah’ın (s.a.v.) halîfesiyim” buyurdu. Râhib elini ver ki müslüman olayım dedi. Ali (r.a.) elini uzattı. Rahib, Allahtan başkasının ibâdete hakkı olmadığına, Muhammed’in (s.a.v.)
Allahın Resûlü olduğuna ve senin de Resûlün vârisi olduğuna şehâdet ederim dedi. Âli (r.a.) rahibe:
“Sen bu yaşa kadar kendi dinini yaşamışsın. Ne sebeple şimdi bizim dinimize girdin?” diye’sordu. Râhib:
“Ey Emir’ül-
“Allahü teâlâ’ya hamd olsun ki, beni unutulmuşlardan değil, kitabında zikr edilenlerden eyledi?” buyurdu.
Hz. Ali (r.a.) namaza durunca âlem altüst olsa haberi olmazdı. Derler ki: Bir harbde mübârek ayağına ok gelmiş, demir kısmı kemiğe işlemişti. Bu yüzden okun demirini çekemediler. Cerrâha gösterdiler.
Cerrâh: “Sana aklı gideren, bayıltan ilaç vermeli ki ancak o zaman demir çekilir. Yoksa, bunun ağrısına tahammül edilemez” dedi. Emîr’ül-
İbni Mülcem, Hz. Ali’nin bu hâlini bildiği için, namaza giderken şehîd etmeği tercih etmişti.
Allahü teâlâ, Hz. Ali için güneşi iki kere batarken geri çevirmiştir. Birisi Resûlullah’ın (s.a.v.) zamanı şerîflerinde idi. Ümmü Seleme, Esma bint-
Hudrî (r.a.) rivâyet ettiler.
Peygamber efendimiz, huzurlarında Hz. Ali olduğu halde evlerinde idiler. Cebrâil (a.s.) vahy getirdi. Resûl-
Resûlullah’tan (s.a.v.) sonra Hz. Ali Bâbil’e giderken Fırat nehrinden geçmek icab etti. İkindi namazı vakti idi. Beraberindekilerin, bir kısmı ile kendileri ikindi namazını kıldılar. Bir kısmı da hayvanlarını sudan geçirmeğe uğraştı. Güneş battı. Bunlar ikindi namazını kılamadılar. Hz. Ali duâ buyurdu. Hak teâlâ güneşi geriye getirdi. Namazını kılmayanlar selâm verinceye kadar güneş kaldı. Sonra korkunç bir
ses çıkararak battı. Hz. Ali’nin Eshâbı korktular. Tesbih, tehlîl ve istiğfâr ettiler.
Birgün Eshâb-
Hz. Ali gelmeden Eshâbına: “Ey Eshâbım! Siz birisine iyilik etseniz, o size karşılık olarak kötülük yapsa ne yaparsınız?” buyurdular. Eshâb-
başlarını aşağı indirdiler, bir cevâb veremediler. Hz. Ali geldi. Resûl-
Resûl-
Resûlullah (s.a.v.) bir hadîs-
altın geçse, bir tanesi ertesi güne kalsın demez, hepsini fakîrlere dağıtırdı. Resûl-
söyliyeyim diye düşünceye daldı. Sonunda nasıl olsa Hz. Fâtıma kadınların seyyidesi, Resûlullah’ın kızıdır, bir şey demez, diyerek eli boş eve döndü. Hz. Hasan ve Hüseyin kapıya koştular. Babalarının
meyve getireceğini ümid ediyorlardı. Babalarının ellerini boş görünce ağlamaya başladılar. Hz. Fâtıma’ya: “Verdiğin altı akçe ile bir müslümanı hapisten kurtardım,” buyurdu. Hz. Fâtıma: “Çok iyi yaptın, elhamdülillah, bir müslümanı hapisten kurtarmışsın. Hak teâlâ bize kâfidir,” dedi. Fakat, mübârek hâtır-
Deveyi, Hz. Ali’ye teslim etti. Hz. Ali deveyi almış, biraz gitmişti. Bir adama rastladı. Hz. Ali’ye: “Bu deveyi bana satar mısın?” dedi. Hz. Ali “Evet satarım” buyurdu. O kimse: “Üçyüz akçeye bana verir misin?” dedi. Hz. Ali: “Olur veririm,” dedi.
Deveyi o şahsa sattı. Üçyüz akçeyi peşin alınca doğru çarşıya gitti. Yiyecek ve meyveler aldı. Evine girince çocuklar sevindiler. Babalarının getirdiği yiyecek ve meyveleri yemeğe koyuldular. Fatimat-
Resûlullah (s.a.v.) “Yâ Ali! Deveyi kimden alıp, kime sattın?” buyurdu. Hz. Ali “Allah ve Resûlü bilir,” dedi. Resûl-
aleyhisselâm idi. Deve de Cennet develerinden idi” O müslümanı sıkıntıdan kurtardığın için Hak teâlâ dünyâda bire elli hasene (sevab) verdi. Âhirette vereceğinin hesabını ise kendisinden başka
kimse bilmez” buyurdu.
Hikmetli, ibretlerle dolu sözleri çoktur. Kalblere tesir eden kıymetli sözlerinden bazıları şunlardır:
Buyurdu ki: “Kişi dili altında saklıdır. Konuşturunuz kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız.”
“Dünya bir cîfedir, leştir. Ondan birşey isteyen köpeklerle dalaşmaya dayanıklı olmalı.”
“Allahü teâlâya yemin ederim ki, beni yalnız mü’min sever ve bana yalnız münafık buğz eder.”
“İnsanın yaşlanıp Rabbini bildikten sonra ölmesi, küçükken ölüp, hesapsız Cennete girmesinden daha hayırlıdır.”
“Kul ümidini yalnız Rabbine bağlamalı ve yalnız günahları kendini korkutmalıdır.”
“İnsanlar arasında, Allah’ı en iyi bilen, onu çok sevendir, tam ta’zîm, edendir.”
“Sizin için korktuğum şeylerin en başında, nefsinin hevasına uymak ve uzun emelli olmak gelir. Birincisi hak yoldan alıkor. İkincisi ise âhireti unutturur.”
“Takvâ, hataya devamı bırakmak, aldanmamaktır.”
“Kalbler kablara benzer. Hayırlı olan, hayırla dolu olanıdır.”
“İlimsiz yapılan ibâdette, anlayış vermiyen ilimde, tefekküre götürmiyen Kur’ân-
“Bana bir harf öğretenin kölesi olurum.”
Vefâtında, son sözü “Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah” oldu.
“Müslümanların hayırlısı, müslümanlara yardım eden ve faydalı olandır.”
“İyilik bilmez birisi de olsa, sen iyilik yap! Zira o, mukâbilinde teşekkür edene yapılan iyilikten mîzânda daha ağır basar.”
“Arkadaşlarımdan bir grup toplayıp kendilerine bir ziyafet vermem, benim için bir köle azad etmekten daha sevimlidir.”
“Kendinize Allah yolunda kardeşler edininiz. Çünkü onlar dünya için de, ahiret için de lâzımdır. Cehennem ehlinin “Artık bizim için, ne şefâatçiler, ne de candan bir dost yok.” (Şuarâ, 100-
sözlerini işitmiyor musunuz? Hadîs-
“İleride öyle zamanlar gelecek ki, kıtâl ve zulümsüz hükümdarlık etmeğe yol bulunmayacak; çılgınlık ve cimrilik etmeden zengin olmak mümkün olmayacak; kişilerin arzularına uymadıkça da insanlarla
sohbet etmek mümkün olmayacak. Bu zamana kim yetişecek olur da sohbet ve metânet gösterir ve kendisini korursa, Allahü teâlâ ona elli sıddîk sevâbı verir.”
“Ahir zamanda bir mü’min, halk arasında adını unutturmadıkça rahat edemeyecektir.”
“Sizin hayırlılarınız, günahına gerçekten çok tövbe edenlerdir.”
“Her kim kötüyü yasaklar, fâsıka kızar ve Allah’ın yasaklarının hududu çiğnendiği zaman öfkelenirse, Allahü teâlâ da o kulunun lehine gadablanır.”
“Öyle zamanlar gelecek ki münkeri inkâr edenlerin sayısı insanların onda birinden az olacaktır. Sonra bunlar da gider ve artık kötüyü yasaklayan tek kimse bulunmaz.”
“Her fenalıktan uzak kalmanın yolu, dili tutmaktır.”
“Hayra niyet edince acele et ki, nefsin seni yenip de caydırmasın.”
“Dünya hayatı kimseye bâki değildir. Şiddeti de ni’meti de geçicidir.”
“İki şey aklı ve tedbiri bozar. Biri acele etmek, biri de olmayacak şeyi istemek.”
“Akıl gibi mal, iyi huy gibi dost, edep gibi miras, ilim gibi şeref olmaz.”
“Danışmadan (istişâre etmeden) doğruya ulaşılamaz.”
“Tembellik insanı vaktinden önce yıpratır.”
“Öksüzü ağlatmak zulümdür.”