HZ.İMAM HASAN EL-ASKERİ R.A - SEYYİD MUHAMMED ŞERİF BUHARİ

İçeriğe git

Ana menü:

HZ.İMAM HASAN EL-ASKERİ R.A

EHLİBEYT

Oniki imâmın onbirincisi. İmâm-ı Âli Nakî’nin oğludur. Künyesi Ebû Muhammed, lakabı Zeki, Hâlis, Sirâc’dır. Babasının olduğu gibi, kendisi de “Askerî” ismi ile meşhûr olmuştur.

232 (m. 846) yık Rebî’-ülevvelin dördüncü gününde Medîne-i münevyerede dünyâya geldi. 261 (m. 875) senesinde Bağdâd’da vefât etti. Samarrâ’da babasının yanına defn edildi.
İmâm-ı Askerî hazretleri, cesur, kerîm, cömerd ve âlim bir zâttır. Yalnız bir oğlu olup, o da, oniki imâmın onikincisi ya’nî sonuncusu olan Muhammed Mehdî hazretleridir. Bir çok kerâmetleri vardır.
Kendisini çok sevenlerden bir zât anlatır:
“Zindana düşmüştüm. Zindan çok dar ve ayağımdaki zincirler de çok ağır idi. İmâm-ı Askerî hazretlerine bir mektûb yazarak sıkıntımı anlattım. Mektuba geçim sıkıntımın da olduğunu yazacaktım, fakat utandığım için yazamadım. İmâm-ı Askerî hazretleri, mektuba verdikleri cevapta; “Bu mektubu aldığın gün, öğle namazını evinde kılacaksın” diye yazmış. Hakikaten o gün öğle üzeri, beni zindandan çıkarıp serbest bıraktılar. Sevinç içinde evime geldim, namazımı kıldım. Kapım çalındı, kapıyı açtığımda İmâm-ı Askerî hazretlerinin hizmetçisi ile karşılaştım. Bana yüz altın ile bir mektûb bıraktı. Mektubu açtığımda
şunların yazılı olduğunu gördüm: “Ne zaman bir ihtiyâcın olursa iste! İstediğin şeye, Allahü teâlânın izniyle kavuşursun.”
İmâmı sevenlerden biri, başından geçen bir hâdiseyi şöyle anlatan “İmâm-ı Askerî hazretlerine bir mektûb yazarak ba’zı şeyler sordum. Bahar hummasından da soracaktım. Fakat unutmuştum. Daha sonra suâllerimin cevâbı geldi. Suâllerin cevâbından sonra şöyle yazmışlar “Bu suâllerle beraber bahar hummasını da soracaktın, fakat unuttun. Onun cevâbını da verelim. “Ey ateş! İbrâhîm’in üzerine soğuk ve emin ol” âyet-i kerîmesini yazıp, hummalı hastanın boynuna aşılırsa şifâ bulur” buyurdu. Dedikleri gibi yaptım. Hasta şifâ buldu.”
Fakîr bir kimse anlatır. “İmâm-ı Askerî’nin (r.a.) huzurunda idim. Fakîr olduğumu, ba’zı ihtiyaçlarımı temin edebilmem için paraya ihtiyâcım olduğunu söyledim. O anda elinde baston vardı. Bastonun ucu ile yeri kazdı. Biraz sonra yerden, beşyüz altın kıymetinde, bir kalıp külçe altın çıkardı. Çıkan altını bana verdi. Ben de ihtiyâcımı karşıladım.”
Muhammed bin Ca’fer isimli bir genç anlatır: “Geçim sıkıntısı içindeydik. Bugün babam bana dedi ki: “Oğlum gel İmâm-ı Askerî hazretlerine gidelim. Onun çok cömert olduğunu söylüyorlar. Bizi de boş çevirmez. Bir ihsanda bulunabilir.” Ben de “Peki, baba sen onu hiç gördün mü?” deyince; babam: “Hayır” diye cevap verdi. Daha sonra gitmeğe karar verip beraber yola çıkınca bana dedi ki: “Beşyüz akçe verse, üçyüz akçesi ile elbise, ikiyüz akçesi ile de un, geri kalanla da diğer ihtiyaçlarımızı alırız.” Ben de, “Bana da üçyüz akçe verse, yüz akçe ile elbise, yüz akçe ile yiyecek ve yüz akçesi ile de merkep alıp, Kâhistan tarafına gitsem” dedim, İmâm-ı Askerî hazretlerinin kapısına geldiğimizde, kapıya birisi çıkarak,
babamı ve beni ismimizle çağırdı ve içeri girdik. İmâm-ı Askerî hazretleri “Şimdiye kadar niçin gelmediniz?” diye sordu. Babam da, “Perişan hâlimizle yanınıza gelmeğe utandık” dedi. Ziyâretten sonra çıkıp giderken, arkamızdan hizmetçi koşarak geldi ve bir kese babama vererek “Bu kesede beşyüz akçe vardır.
İkiyüz akçesi ile elbise, ikiyüzü ile un ve yüz akçesi ile çeşitli ihtiyaçlarınızı alırsınız” dedi. Bana dönerek bir kese de bana verdi. Bana da “Bu kesede üçyüz akçe vardır. Yüz akçesi ile elbise, yüz akçesi ile yiyecek, yüz akçesi ile de bir merkep alırsın, yalnız Kâhistan tarafına gitme” dedi. Daha sonra meydana
gelen hâdiselerden, oraya gitmemin benim için iyi olmıyacağını anladım.” Halife’nin huysuz bir atı vardı. Değil binmek, eyer bile vuramazlardı. Halife’nin hizmetçilerinden biri “Bu atı İmâm-ı Askerî görsün. Ya bu at onu öldürür, veyahut at kullanılır hâle gelir” dedi. İmâm saraya çağrıldı. Sarayın bahçesine girince,
doğruca o atin yanına gitti. Ata elini sürdü. At hemen terlemeğe başladı. Sonra Halife, hazret-i imâmın yanına gelerek, ta’zîmden sonra, “Efendim biz bu atı hiç kullanamıyoruz. Terbiye de edemedik.
Buna bir eyer vurup eğitebilir misiniz?” dedi. İmâm-ı Askerî hazretleri atin yanına vardı, eyerini vurdu.
Halife “Bir de biner misiniz?” dedi. Bunun üzerine ata bindi. Sarayın bahçesinde koşturdu. At, en ufak bir serkeşlik yapmadı. Sonra attan inip halifenin yanına gelerek, “Bundan daha iyisini görmedim” buyurdu.
Halife çok hayret etti ve atı İmâm-ı Askerî hazretlerine hediyye etti.
Kendisini sevenlerden biri: “İmâm-ı Asker! hazretlerine bir mektûb yazarak, mişkâtin ma’nâsını sordum. Doğacak çocuğuma ad koymasını ve duâ etmesini istirham ettim. Cevâbî mektubunda “Mişkât, Resûlullahın kalbidir” buyurdu. Doğacak çocuk için bir şey yoktu. Ancak mektubun sonuna, “Allahü teâlâ
sana büyük ecr ve sonra hayırlı bir evlât versin” yazmıştı. Çocuğum ölü doğdu. Daha sonra da bir erkek çocuğum dünyâya geldi” diye anlatmıştır.
Birisi anlatır: “İmâm-ı Askerî hazretlerinin huzurunda oturuyordum, içeriye temiz yüzlü bir genç girdi. Kendi kendime “Acaba bu kimdir?” diye merak ettim. Hemen bana dönüp: “Bu genç Ümm-i Gânim’in oğludur. Bütün dedelerimin yüzükleriyle, mühürlerini bastıkları taşın sahibidir. Taşa benim de mühür basmam için geldi” buyurdu. Sonra o gence “Taşı ver” dedi. Genç, taşı çıkarıp verdi. Yüzüğünü taşın
mühür olmayan düz bir yerine bastı. Mühür meydana çıktı. Açık olarak (Hasan bin Ali) yazdığını gördüm. Sonra genç dışarı çıkıp gitti.”

Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin; ataları gibi Hz.Resûl-ü Ekrem gibi lûtuflarına, keremlerine sınır yoktu; kendilerinden isteneni, umulandan fazlasıyla ihsân ederlerdi.

Hz.İmâm Hasan’ül Askerî;
“Cennette bir kapı vardır, adı Ma’ruf’tur; o kapıdan; hayır sahiplerinden, iyilik edenlerden başkaları giremezler; Allah’a hamdolsun ki ben, halkın ihtiyacını gidermeye çalışmadayım” buyurmuşlar, sonra Ebû Hâşime bakıp; “Sizde bu yolda yürüyün çünkü; bu dünyada cömertlik edenler, iyilikte bulunanlar, âhirette de ma’ruf olurlar” demişlerdir.

Hz.İmâm Hasan’ül Askerî; bilgiye, irfâna pek büyük bir önem verirlerdi ve bu konuda şöyle buyurmuşlardır:
“Bütün dünya ve dünyada ne varsa hepsi bir lokma olsa, bende o bir lokmayı alsam da; bilen, îman ve irfân sahibi olan birisine versem, yine de onun hakkını ödeyememekten korkarım. Ama bilgisiz, kötü bir kişiye, bir yudumcağız su versem aşırı gittiğimden, israf ettiğimden korkarım.”

Hz.İmâm Hasan’ül Askerî, “Ehl-i Beyt’e” uyanlara da şu sûretle öğüt verirlerdi:
“Allah yolunda takvâya riâyet etmenizi, mücâhede de bulunmanızı, iyilikte bulunandan, yâhut günah işleyenden, kimden olursa olsun size emanet edilen şeylere riâyette bulunmanızı, emanete hıyânette bulunmamanızı tavsiye ederim.

Komşularınızla iyi geçinmenizi, Allah’a ibâdetteyken secdede uzun müddet kalmanızı, kulluğu bırakmamanızı dilerim; çünkü Resûlullah’ın risâleti bu esaslara dayanmaktadır. Halkla iyi geçinin, onları dolaşın, hastalarının hatırlarını sorun.

İçinizden biri; takvâ sahibi olur, doğru söyler, gerçek muamelede bulunur, İslâm’ın edeplerine riâyet eder, dîni vazifelerini yerine getirirse; halk, bu kişi «Ehl-i Beyt’in» yolunda der; buysa bizi sevindirir; bizim övüncümüz, bezentimiz olun; buna gayret edin; başımızı yere eğdirecek hareketlerden çekinin; bize halkın sevgisini celb edin; bizden onların kötü zanlarını, bize lâyık olmayan düşüncelerini giderin; çünkü biz hakkımızda söylenecek her çeşit iyiliklerden, övüşlerden üstünüz; o övüşlere daha da lâyıkız.

Aleyhimizde söylenecek kötülüklerden ise uzağız; bizim Peygamber’e yakınlığımız var; Kur’ân, hakkımızı tayîn etmiştir, «Tathir âyeti» Allah tarafından bizim hakkımızda inmiştir. Bizden başka kim o âyeti kendisine nisbet ederse yalan söylemiş olur.

Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin, sözlerinde ve nasîhatlarında, insanlık için alınacak nice kıymetli dersler vardır. Bazı sözleri şunlardır:

Allah’tan çekinin. Dîne ve insanlığa kir değil, süs olun. Kendinizi halka sevdirin. Kendinizden kötü isnâdları giderin.
Allah’tan çekinmenizi, dinde ihtiyâtla hareket etmenizi, Allah yolunda çalışmanızı tavsiye ederim. Her zaman ve her yerde doğru sözlü olunuz. Size emanet edilen şeyi, bu emaneti yapan ister iyi bir insan, ister kötü bir insan olsun, mutlaka yerine getirin.
Başkalarında görüp de beğenmediğin şeyler, seni terbiye etmeğe yeter.
Bâtıl benliğine binen, nedâmet evine konar.
Beli kıran şeylerden biri de, gördüğü iyiliği örten ve kötülüğü yayan komşudur.
Biz ancak hakkımızda söylenen güzel sözlere lâyıkız. Bize isnâd olunan her kötü sözden ise uzağız. Allah’ın kitabında hakkımız var. Resûlullah’a yakınız. Cenâb-ı Hak bizi tertemiz etmiştir. Hakkımızda kötü zânda bulunan, bize bir kötülük isnâd eden ancak yalancıdır.
Budala kişinin yüreği, ağzındadır. Akıllı kişinin ise ağzı, yüreğindedir.
Cömertliğin de bir derecesi vardır. O dereceyi aştı mı, cömertlik artık isrâf sayılır. Nitekim yiğitliğin, kahramanlığın da bir derecesi vardır. O derece aşılırsa kızgınlık, kudurganlık olur. İktisadın da bir hududu vardır. Bu hudut aşıldı mı, hasislik başlar.
Çok uyuyan, çok rüya görür.
Düşmanın en az hilekârı, sana olan düşmanlığını ap-açık gösterendir.
Gönül alçaklığı, öyle bir nimettir ki, hiç kimsenin hasedini çekmez.
Hayır eken, hayır biçer. Şer eken, pişmanlık biçer. Kim ne ekerse ancak onu biçer.
Her kötülüğün anahtarı öfkedir.
İnsanlardan çekinmeyen, Allah’tan da çekinmez.
Kederli olan bir kimsenin kederine saygı gösterin. Böyle bir kimsenin yanında sevincini göstermek, edebe sığmaz.
Komşularınızla iyi geçinmeğe bakın. Hz.Muhammed bunu emretmiştir. Dostlarınızı, yakınlarınızı ziyaret edin. Hastaların hatırını sorun. Cenazelerde hazır bulunun, kimsenin hakkı üzerinizde kalmasın, borçlarınızı edâ edin.
Lâyık olmayan bir kimseyi öven, haksız olarak birine bir kötülük isnâd eden adama benzer. Yaptıkları iş arasında fark yoktur.
O ne kötü bir kuldur ki; iki yüzlü, iki sözlüdür. O, kardeşini yüzüne karşı metheder de arkasından etini yer. O, kardeşine bir şey verilecek olsa kıskanır. Başına bir felâket geldiği zaman ise onu hemen kötülemeğe kalkışır.
Sizden biri ihtiyâtla hareket eder, doğru sözlü olur, insanlarla iyi bir hûyla geçinirse ve onu herkes severse, bu beni sevindirir.
Suç işlemeyi terk eden makbûl bir kuldur.
Şaşılmayacak bir şeye gülmek bilgisizliktir.
Şükretmeyen, şükretmesini bilmeyen, nimet nedir bilmez. Uğradığı nimet karşısında buna şükreden, nimetin kadrini bilip anlayandır.
Yüz güzelliği dış güzelliktir; aklın, zekânın güzelliği ise öz güzelliktir.

 
Ara
İçeriğe dön | Ana menüye dön