Ana menü:
Harput'ta Meteris Mezarlığı'nın üst kısmında medfundur. Türbesi kare plânlı olup, üzeri büyük bir kubbe ile kapatılmıştır. Aydınlatması küçük bir pencereden ibarettir. Tek mekânlı olan bu türbede makam bölümü demir cağlarla ayrılmıştır.Türbe etrafında Harput'un yetiştirdiği önemli zatlar yatmaktadır.
Oğlu Ziyaettin Uz beyden aldığımız bilgiye göre imam Efendi aslen Erzurumlu'dur. Asıl adı Osman Bedrettin'dir. Çemişgezek nüfus kayıtlarından alman bilgiye göre, 1858 yılında Erzurum'un Abdurrahman Ağa Mahallesi'nde dünyaya gelmiştir. Baba Adı Selman Sukûti, anne adı Esma Hanımdır Bedrettin dünyaya geldiğide âdet üzere kulağına ezan okunur. O, okunan bu ilk ezanı duyduğu zaman elini havaya kaldırarak ezanın bitimine kadar indirmemştir. Doğumunda meydana gelen bazı hadiselere bakarak, bunları ileride büyük bir zat olacağına işaret saymışlardır. Babası o küçükken vefat eder. ilk derslerini Erzurum'daki hocası Mehmet Tahir Efendiden alır. Dokuz yaşında iken Kur'an-
Artık senin benden fazla İlme sahip olan bir hocaya ihtiyacın var. Bugünden itibaren sana daha ders vermeyeceğim." der. Bunun üzerine Hafız Osman Bedrettin yeni bir hoca aramaya başlar. O, ilme doymak bilmeyen bir hırs içindedir. Hocasının bırakmasından sonra bir boşluk içerisine düşer. Bir gün Allahü Tealâ'ya söyler yalvarır: "Yarabbi, dertliyim. Derdime derman için sana geldim, ya muin." diyerek yüce yaratandan yardım ister.
Tarikatta emirler makamların en üstünden gelir. Nerede görev verilirse oraya gidilir, işte Osman Bedrettin'in bu duası Hakkı ilâhide değer bulur. Ona Buhara'dan Ahmet Meramı adında değerli bir veli, hoca seçilmiştir. Onun aldığı bu görev, Osman Bedrettin'i kaldığı yerden devam ettirme görevidir. Ahmet Merami Hazretleri kendisine ilâhi yoldan bildirilen bu görevleri yerine getirmek üzere, bir gece habersizce Buhara'dan ayrılır. Görev yeri olan Erzurum'a gelerek, Hasankale'nin Bevelkasım Köyü'ne imam olur. ilmi ve takvası sayesinde kısa zamanda şöhrete kavuşur. Onun bu şöhreti Hafız Osman Bedrettin'in kulağına kadar ulaşır. Bunun üzerine Hafız Osman Bedrettin Hasankale'nin yolunu tutar. Bir namaz vakti köye gelerek camiye gider, imamlık görevi yapan Merami Hazretleri, yetiştireceği gencin bu olduğunu anlar. Namaz bittiğinde Osman Bedrettin'e yaklaşarak: "Hafız Osman, hoş geldin." der. Osman Bedrettin hayretler içerisinde onun elini öper. Ahmet Merami Hazretleri'ne: "Sîzden ders almak istiyorum." der. Merami Hazretleri: "Ya Hafız, biz Buhara'dan buraya boşuna mı geldik!" diyerek Osman Bedrettini alıp evine götürür. Onu, evinde kendi usulünce imtihana çeker. Maksadı bilgisini yoklamaktır. Ahmet Merami Hazretleri onu yetiştiren hocayı överek: "Hocan seni iyi yetiştirmiş. Ama Hafız ilmin çeşidi çoktur. şunu bilesin ki, ilmin uçsuz bucaksız yolu, netîcede insanı Hakk-
Meâlen; "Üzülme!.. şüphesiz Allahü teâlâ bizimledir" (Tevbe sûresi: 40) buyrulan âyet-
O, Bevelkasım Köyü'ne sürekli giderek derslerini hiç aksatmadı. Rivayete göre bir kış günü hocasına gitmek için yola çıktı. Yolun yansına gelmişti ki, şiddetli bir tipi ve sis onu iyice bunalttı. Osman Bedrettin elini açarak Hakk'a yalvarmaya başladı. O, her başı darda kaldığında bunu yapardı. Üzgün bir halde iken, yanında beyaz bir atlı gördü. Gelen bu atlı Osman Bedrettin'e: "Tut elimden" diyerek onu atın terkisine aldı. Bir müddet sonra Bevelkasım Köyü'nün girişinde Osman Bedrettin'i alından indirerek kaybolup gitti. Hocasının kapısını çaldığında, Merami Hazretleri ellerini kaldırmış onun için dua ediyordu. Onu birden karşısında gören hocası, Allaha şükretmeye başladı. Hafız Osman Bedrettin yolda başından geçenleri Hocasına anlatınca: "Ya Hafız, o atlı Hızır'dı" dedikten sonra o gün Hafız Osman Bedrettin'e son dersini verdi. Ders bitince: "Benim görevim burada tamamlandı. Bundan sonraki yolu yeni bir mürşidle alman gerek. Sen artık kendine o mürşidi ara. Hak tealâ o mürşidi sana nasip edecektir. Benim Buhara'ya dönmem gerek. Oradakiler beni bekliyorlar." dedi. Hafız Osman Bedrettin hocası Ahmet Merami Hazretleri'nin bu sözlerinden dolayı oldukça üzüldü. Bevelkasım Köyü'nden ayrılırken Ahmet Merami Hazretleri onu köyün dışına kadar uğurladı.Hafız Osman Bedrettin yine hocasız kalmıştır. Erzurum'a döndükten sonra yeniden bir mürşid aramaya koyulur. Yıl 1877'dir. Tarihte "93 Harbi" dediğimiz Osmanlı-
Bu savaş esnasında Erzurum cephesine savaşmaya gelen bir çok veli zatlarla tanışır. 93 Harbi Hafız Osman Bedrettin'in hayatında önemli bir dönüm noktası olmuştur. Burada askerin ayakkablarını tamir eden bir eskici, ona büyük ilgi gösterir. Bu kişinin dini ve tasavvufi bilgisi oldukça yüksektir. Bir ara bu gönül dostuyla birlikte Rus ordusuna esir düşerler. Kısa bir süre sonra arkadaştan ile birlikte kaçarak esaretten kurtulurlar. Erzurum'a geldiklerinde yeniden eski görevlerine dönerler. Çok geçmeden Sekizinci Alay Diyarbakır'a kaydırılır. Onun "imam Efendi" sıfatı bundan sonra başlar. O, her an bir mürşid aramayı sürdürmektedir. Taburdaki tamirci arkadaşı onun yanhzlığmı bir an olsun unutturur. Bir tek onunla gönlü ferah olur. Diyarbakır'daki görevi sırasında bir arkadaşı Palu'ya gideceğini söyleyince, imam Efendi bunun sebebini sorar. Arkadaşı orada büyük bir şeyhin bulunduğunu, amacının bu büyük şeyhi ziyaret etmek olduğunu belirtir, İmam Efendi önce: "Öyle şeyhleri ben çok gördüm." der. Arkadaşının ısrarı üzerine imam Efendi de gitmeye karar verir. Ve ikisi birlikte Palu'nun yolunu tutarlar.
Onlar henüz Palu'ya varmamışken, büyük Nakşi mutasavvıfı Mahmut Samini Hazretleri yıllardır yanından ayrılmayarak hizmetini gören Mustafa Naci Efendi'yi çağırarak: "Hani sen bir kaç yıl önce bir rüya görmüştün hatırlıyor musun?" dedi. Mustafa Naci Efendi gördüğü rüyayı hatırlayamadı. Mahmut Samini Hazretleri onun gördüğü rüyayı anlatınca, Mustafa Naci Efendi birden hatırlayıverdi. Mustafa Naci'nin gördüğü rüya şöyle idi: "Bir şehir meydanında gök yüzünden aşağıya doğru bir ip sarkıtıl m iş ti. O sırada bir nida yükseldi: "Kim ki, bu ipi sıçrayarak tutarsa, o kurtuluşa erecektir ve cennete girecektir." Meydanı dolduran herkes ipi tutmak için sıçnyordu. Ama hiç kimse ipin ucunu yakalayamıyordu. O sırada kalabalığın içinden biri sıçrayarak ipi tuttu. Kendisini aşağıda seyredenlere seslenerek: "Benim cübbemc sarılın sizi de çıkarayım." dedi. Meydanda bulunan herkes o kişinin cübbesine tutunmaya çalışıyordu, işte Mustafa Naci Efendi'nin gördüğü rüya buydu. Bu rüyayı o zaman Şeyhî Samini Hazretleri'ne anlatmıştı.
Mahmut Samini Hazretleri Mustafa Naci Efendi'ye dönerek: "Bu gece ben de bir rüya gördüm." dedi. Mustafa Naci Efendi: "Hayırdır" deyince, Mahmut Samini Hazretleri gördüğü rüyayı anlatmaya başladı: "Murat kenarında bir bostan tarlamız var. Bu tarlaya su bağlamak için Murat'tan ark açıyoruz. O sırada hiç görmediğimiz biri bizden daha yukarıda bir bostan yeri hazırlıyor. Ben sana: "Mustafa, şu garibe söyle oraya su çıkmaz. Bostanını bizim bostanın yanına yapsın ki, bu arktan ona da su verelim." diyorum. Sen o garip kişiye durumu anlatıyorsun. Önce gelmek istemiyor. Ama sonunda o da gelip bizim bostanın yanını kazmaya başlıyor. Samini Hazretleri rüyasını anlattıktan sonra devanı ediyor: "işte senin rüyanda gördüğün o zat, benim rüyamda bostan yapan zatür. Şimdi Gülüşkür'ü geçerek bize doğru gelen iki kişi vardır. Sen yukarı düzlükte bunları karşıla, bir bak. Şayet senin rüyanda gördüğün ipe sarılan kişi onlardan biri ise geriye dönerek onlardan önce gel ve bana haber ver. Öyle anlaşılıyor ki, bu zat bize bağlanmakta biraz zorluk çıkaracaktır, ilmimizi de alıp gidecektir." Bunun üzerine Mustafa Naci Efendi ata binerek Palu'nun üst tarafındaki düzlüğe çıkar, ileriden iki kişinin Palu'ya doğru gelmekte olduğunu görünce atını mahmuzlayarak onların yanına vanr. Selam verdikten sonra bakar ki gelenlerden biri kendi rüyasında gördüğü zattır. Hızla geriye dönerek Şeyhi Mahmut Samini Hazretleri'ne haber verir, imam Efendi'nin Harput toprağındaki hikâyesi işte bundan sonra başlar. Diyarbakır'dan başlayıp Palu'ya uzanan yolun sonunda, Mahmut Samini Hazretlerinin kapısına varırlar. Önce arkadaşı, sonra da imam Efendi şeyhin elini öper. îmanı Efendi, Samini Hazretleri'nin yanına zahiri ve batini ilimlerle dolu olarak gelmiştir.Bu sebeple Mahmut Samini Hazretleri'ni incelemeye başlar. Uzun bir yol katederek geldikleri Şeyh Mahmut Samini Hazretleri, kara kuru, dişleri dökülmüş ve çürümüş biridir. Üstelik içtiği tütünden dolayı sakalı ve bıyığı sarıya dönmüştür. O, içinden "Tütün içen §eyh olur mu?" diye düşünür. Bir müddet sonra kahve gelir, tmam Efendi kahvesini içerken her nasılsa beyaz olan cübbesine bir miktar kahve dökülür. Üzgün bir şekilde: "Mahvoldu cübbe." diye düşünür. Mahmut Samini Hazretleri: "Hafız, cübbeni çıkar da Mustafa temizlesin." der. O, cübbenin temizleneceğine inanmaz ama, yine de çıkarıp verir. Cübbe birkaç dakika sonra geri geldiği zaman bakar ki, kahve lekesinden eser kalmamıştır. O gece imam Efendi garip bir rüya görür. Rüyasında dünyadaki bütün nebatlar yüce Allah'a ibadet etmektedirler. Ne var ki tanımadığı bir bitki Allaha bir türlü secde etmez. Sabah uyandığı zaman Samini Hazretleri kahvesini içmektedir. Bir süre sonra imam Efendi'ye: "Hafız bîr ateş getir de şu Allaha ibadet etmeyen otu yakalım" deyip ateş ister, imam Efendi rüyasında gördüğü nebatın tütün olduğunu anlar, iş bununla da bitmez, imam Efendi'ye: "Hafız,biz bu tütünü şunun için içiyoruz: buraya tütün içen birçok ihvan gelmektedir. Şayet ben içmemiş olsam, tütün içen ihvanların çoğu beni dinlemeyip tütün içmek için dışarı çıkacaklar. Halbuki şimdi hem tütünlerini içiyor, hem de oturup beni dinliyorlar. Bunun keyifçisi değilim. Sırf bunun için içiyorum." der. O gün cemaate imam Efendi namaz kıldırınca, ihvanlar arasında bir fısıldaşma başlar. Bunlardan biri, Samini Hazretlerinin ileri gelen müritlerinden Miyadinli Mehmet Efendi'ye misafirin niçin imamete geçtiğini sorar. Miyadinli Mehmet Efendi: "O daha mürşid görmeden ilk devreyi kendi güzel ahlâkı ve istidadı ile bir hamlede atlatmıştır." diye cevap verir, imam Efendi ve arkadaşı Samini Dergâhında tanı üç gün misafir kalırlar. Dördüncü günü dönmeyi düşünürken Samini Hazretleri imam Efendi'ye: "Hafız, misafirlik üç gün olur. Bahçedeki sebzeler kurumak üzeredir. Havuzu sal da sebzeleri bir sula." der.İmam Efendi bir şey demeden bahçeye iner. Sebzelerin yarısını sulamıştır ki, havuzun suyu biter. Samini Hazretleri'nin huzuruna vararak: "Efendi, sebzelerin yarısı sulanmadı."der. Mahmut Samini Hazretleri: "Niçin" diye sorunca, o, havuzdaki suyun bittiğini söyler. Samini Hazretleri: "Hafız sen ne diyorsun?" der ve "O havuz bahçenin tamamını suluyor!. Bir yanlışlık var. Sen git havuza bir daha bak." der. imam Efendi tekrar inip bakar ki, havuz ağzına kadar doludur. Onun Samini Hazretleri hakkındaki düşüncesi yavaş yavaş değişmeye başlar.
İmam Efendi çaresiz dördüncü günde Palu'da kalır. Beşinci gün tekrar dönme hazırlığı yaparken, Mahmut Samini Hazretleri imam Efendi'yi tekrar çağırır: "Hafız, bahçeden biraz sebze topla getir ki, akşama yemek pişîrsinler." imam Efendi önce: "Bahçeyi dün suladım, sebzelerin hepsi çiçekteler." der ama, Samini Hazretleri: "Sen hele in bak" diye ısrar eder. imam efendi çaresiz bahçeye iner. Bakar ki, hakikaten domatesler, patlıcanlar, biberler dallannda olgunlaşmış vaziyette sallanıyor görüyor.
Bir taraftan da neden tütün içiyor diye düşünüyor, bir türlü teslim olamıyordu. Bu düşüncesi ve tereddüdü o dereceye vardı ki, artık ayrılıp gitmeye karar verdi. Bu karârı verdiği günün sabahı, Mahmûd Sâminî(ks) hazretleri sabah namazını kıldırdıktan sonra, aralarında İmâm Efendinin de bulunduğu cemâate karşı dönüp oturdu. O gün hâli değişik, üzgün ve biraz da celâlli idi.
Mihrâbda bir müddet o hâlde durduktan sonra şöyle söze başladı: "Azîz kardeşlerim, bir dertli derdini tabîbe anlatmayıp gizlerse, derdine dermân bulamaz. Bir âşık, aşkını mâşûkuna açmazsa o mâşuk (sevgili) aşkını bilemez. Tasavvufda gurur yasaktır. Teslimiyet şarttır. Aşkın mecâzi köprüsünü geçenler, aşk-
Bir fakir derviş, tütün içer diye sevdiği kimse ondan kaçar. Bunlar birer hikmet ve esrârdır. Sürüden ayrılanı kurt kapar. Fırsat elden kaçar. Mutlaka olacak olur; kalbini ister geniş ister dar tut. Gönül ister ki hoş olalım.
Sohbetini dinleyenler, başlarını eğmiş sessiz bir hâlde oturuyorlardı. Asıl muhâtab ise, İmâm Efendiydi(ks). O da bunu gâyet açık bir şekilde anlamıştı. Çünkü diğerlerinin bilmediği bir çok hâllerini saymıştı. Bu, hocasının bir kerâmeti idi. Hocası sohbetten sonra evine gidip, akşama kadar çıkmadı İmâm Efendi ise sohbetini dinleyince gitmekten vaz geçip tam bir teslimiyetle Mahmûd Sâminî(ks) hazretlerinin yanında kalmaya kesin karar verdi. Kendi kendine; "Sâminî hazretleri tütün içebilir bana ne" dedi. Sonra; "Yâ Rabbî! Âciz ve bîçâre kulun Bedrî^yi gafletten uyandır. Selâmete erdir." diye duâ etti.
O gün imâmlığı kendisi yaptı. Talebelerden biri, Sâminî hazretlerinin ileri gelen talebelerinden Miyadinli Mehmed Efendiye(ks); "Hoca efendi mihrâbı neden bu Hâfız misâfire bıraktı" diyerek sorunca; "O, daha mürşid görmeden ilk devreyi kendi güzel ahlâkı ve istidâdı ile bir hamlede atlamıştır." cevâbını verdi.
Mahmûd Sâminî(ks) hazretleri, o günü talebelerinden ayrı olarak evinde geçirdikten sonra, tekrar yanlarına çıktı. Mescidde iken İmâm Efendi(ks) de mescide girdi. Bu sırada bir talebesine; "Mustafa, Mustafa! Hâfızı bana gönder!" diye heybetli bir sesle bağırdı. Bu heybetli sesi işitenler heyecâna kapıldılar. İmâm Efendi birden bire titremeye başladı. Telaşla hocasına koştu. Vilâyet heybeti onu titretiyordu. Huzûruna varınca, onu tutup riyâzet odasına soktu. Artık o, tam bir teslimiyet içinde hocasının elini öperek bağlılığını arzetti. Sonra; "Burada ne kadar kalacağım." diye suâl edince, şöyle cevap verdi: "Allahü teâlânın dilediği kadar, bir an, bir gün, kırk gün, belki kırk yıl. Bu bir harman, bir meydan, bir devrandır. Devran da meydan da harman da senin. Zaman mahsul zamânıdır. Yiğitlik şimdi belli olur, mânevî dereceleri katetme zamânıdır. Dikkat lâzımdır.
Hâfız! Hazret-
Hâfız! Moskofları, taşla kovaladığın zaman biz de oradaydık.Bu taşları senin eline veren kimdi? Bunlar hep evliyâlığın cilveleridir. Asıl mârifet, hakîkatler ötesindeki hakîkate ermektir. Metin ol. Allahü teâlâ yardımcındır..."
imam Efendi aradığı mürşidi artık bulduğunu anlar. O akşam Mahmut Samini Hazretleri'ne intisab ederek teslim olur.
İmâm Efendi kısa zamanda tasavvufta yetişip kemâle erdi; on sekiz günde icâzet aldı.Vazîfesi sebebiyle üç-
Mahmut Samini Hazretleri ile vedalaşmaya giderken Samini Hazretleri:
"Hele durun bakalım, beş on gün daha buradasınız, biraz bekleyin." der. Arkasından Mustafa Naci Efendi elinde bir telgrafla gelir. Telgraf imam Efendi'ye gelmiştir. Gelen bu telgrafı açarak orada okur. Telgrafta, birliklerinin Çemişgezek'e gideceği, bu sebeple on gün yol izni verildiği yazılıdır. Önce şaşırırlar. Palu'ya gelirken arkadaşlarına kendilerinin Palu'da Samini Hazretleri'nin yanında olacaklanm söylememişlerdir, işte bu telgrafı Diyarbakır'dan arkadaşları çekmiştir. Bunun üzerine mecburen bir kaç gün daha kalmaya karar verirler.
Palu'daki günleri bitince Çemişgezek'e dönerler. Erzurum'dan kendisiyle birlikte gelen birliğin ayakkabı tamircisini arar fakat bulamaz. Onun Erzurum'a döndüğünü öğrenir. Bir anda dünyada yanlız kaldığım zanneder. Sonradan Samini Hazretleri aklına gelir ve rahatlar. O, Çemişgezek'te kaldığı süre içerisinde Çemişgezek'teki meşhur filozof ve şair Nuzhet Dede ile tanışır. Dostluğunu ilerleterek onu Palu'ya Şeyhi Mahmut Samini Hazretleri'ne götürür. Nüzhet Dede'yi Mahmut Samini Hazretleri'ne intisap ettirdikten sonra döner, imam Efendi, Samini Hazretleri'nin dergâhında 18 gün sulukta kalır. Suluk bittikten sonra Mahmut Samini Hazretleri imam Efendi'ye: "Senin günlerin tamam. Bundan sonra tuttuğun bu yolda Allah senin yardımcın, Hızır yoldaşın olsun. Senin icazetini hazırladım. Mustafa Naci Efendi getirsin. Yalnız Harput'ta kalacaksın." diyerek imam Efendi'ye Samini dergâhından gerekli icazet verilir.
O, şeyhine zor bağlanmıştır ama, bağlandıktan sonra da ona hiç mi hiç kusur etmemiştir. Elinden geldiğince ziyaretine gitmiş, her seferinde gönlünü cilalayarak dönmüştür. Onun Samini Hazretleri'nden aldığı feyz imam Efendi'yi rütbelerin en üstüne çıkarmıştır. Samini'nin sır dolu dünyasını bir seferde değil, her gidişinde yeniden keşfetmiştir. Murat suyu kadar gür akan ilim pınarından bostanına yeterince su bağlayarak yeni yeni meyveler sunmuştur. Samini onun içini kavuran bir köz, önünü aydınlatan bir ışık olmuştur. Sonra da ona içinden gelen şu şiiri yazmıştır:
"Sâminiyiz, aşk iledir dâima ahvâlimiz
Vecd-
Sâminî'yiz, kârımız şeb'de değil gün şebpere,
Biz gulâm-
Sâminiyiz, dâima ünsû huzur'dur kârımız,
Vahdeti kesrette bulmakdır bizim etvâr"ımız.
Sâminî'yiz, seyri'imiz enfüstedir, âfâka biz,
Etmeyiz atf-
Sâminî'yiz, hemdem olmuş aşk İle kalb-
Zevkeder dâim Huzûr-
Sâminî'yiz, kalmadı gayr, hem zuhur ettî Cemâl,
Enfüsû âfâk'da birdir hem bizim seyrânımız.
Sâminî'yiz, dide'den, dilden bıraktır gayri'yî,
Veririz zâte sıfât'î, böyledir bâzâr'ımız.
Sâminî'yiz, bilmişiz biz "Kuntu kenzen" sırrını,
"Men Aref'den ders alub bulduk bugün "Dildâr"ımız.
Sâminî'yiz, Badriyâ, biz gayriye baş eğmeyiz.
Dû cihanda kâfî, vâfî südde-
Evet o, şeyhinin Ölümünden sonra 1909 yılında emekli olup Çemişgezek'ten Harput'a gelir. Harput'un alimleri ona burada bir ev salın alırlar. Onu sevenler akın akın Harput'ta ziyaretine gelerek elini Öperler. Dini sohbetlerde etrafına hep ışık saçmıştır. Bir gün büyük islâm âlimi Ömer Nasuhi Bilmen Harput'a geldiğinde imam Efendi'nin sohbetine katılmıştı, îmanı Efendi sohbet sırasında bir Ayet-
Döndüm sana Yâ Müsîeân, doğru kapînâ gelmişem:
Lütfün dilerim El'aman, doğru kapına gelmişem.
Ben etmişem hadsiz günah, yok Sen'den özge bir penan,
Ey rahmeti bol pâdişâh, doğru kapînâ gelmişem.
Geldim kapînâ bir garip, derd-
Reddeyleme Sen Yâ Mücib, doğru kapına gelmişem.
Ben eyledim cürmû hatâ, Sâna yarar afv ö ata,
irham bihakkıl (Ha ve Tâ), doğru kapînâ gelmişem.
Ozr'eyledim çün özüme, rahm'it Rahîm dilsûz'üme
Urma günâhım yüzüme, doğru kapma gelmişem.
Bir bende'yim gayet zelil, rûy'im siyah ve hem hecîl
Şah Nakşibertdimdir delîl, doğru kapînâ gelmişem.
Oldû işim cümle kusur, etmêmişem ben hiç fütur,
Yârab Senin âdın: "Gafur", doğru kapinâ gelmişem.
Daldım kasel deryasına, uydum nefis kavgasına
"Lâ-
Derd-
Yarab, bihakk-
Yandım ilâhî el aman, nâr-
Kârımdürür ah-
Nûşeyiedim aşk camini, sundu bana, Şeyh Samin
Ver Sen de vusfat kâmınî, doğru kapına gelmişim.
Çektim siva'dan ben elî, buldum sana doğru yolu
Münkir bana desün, deli... doğru kapına gelmişim.
Yandırma nâr-
Bahşit habibin hazrete, doğru kapînâ gelmişim.
Ad ile san'dan geçmişem, hem masivan'dan geçmişem
Cism ile candan geçmişem, doğru kapına gelmişem.
Çektim bu denlhu firkati, bahşet ilâhi vuslatı
Yarab, habibin hürmeti, doğru kapına gelmişem.
Müznib, hakir, biçareyim; babında bir avareyim
Yarab, kime yalvarayım, doğru kapına gelmişem
Bedri gedayım ben zelil, kılmış beni cürmün alil
Rahm'i! bana sen ya Celil, Doğru kapına gelmişem.
Hafız Osman Bedrettin
Aruz kalıbı; Müstefilün Müstefilün Müstcfilün Müstefilün
Lügatçe:
Müstean: Kendisinden yardım istenilen
Hacîl: Utancından yüzü kızarmış
Penah : Sığınılacak yer
Itâb: Azarlama, paylama
Destim bigir: Elimi tut
Lâ-
Nar-
Müznıb: Günahkar
Alil : Hasta
Mücîb: icabet eden
Dilsûz: Yanan gönül
Rûy: Yüz
Destgîr: Elinden tutan
Kesel : Tembellik
Kâm : Arzu
Bâb : Kapı
-
Terkedenler vârtnî inşân olur.
Vârınî teketmeyen hayvan kalır.
Pâdişâh olsan cihanda ey azîz,
Baki kalmaz, en sonu viran olur.
Lezzet-
Bunu seven hâk ile yeksan olur.
Zât-
Hakk'a ermez, lâyık-
Dünya'nın varına mağrur olma sen,
Çün bilirsin: "Küllü şey'in fan" olur.
Bu cihân'ın varına kim aldanır,
Akıbet ânın işi hüsran olur.
Tâc ü taht île varılmaz Dost'a bil,
Adet oldur, can ona kurbân olur.
ümeallah mektebinde okuyan,
Kesret icre vâsıl-
Fakr ile fahreyleyenler bilyakîn,
Bil ki mânâda birer sultân olur.
Görmeyenler Yâr'inî bunda ayan,
Anda dahî göremez hirmân ulur.
Hafız Osman Bedrettin
Tasavvuf disiplininde veli kişiler mecbur kalmadıkça keramet göstermeyi sevmezler. Çünkü keramet, müridin mürşide kolay yoldan bağlanmasını sağlar. Oysa, müridin mürşidine bağlanabilmesi için bir imtihandan geçmesi gerekir. Ayrıca mürit, zekâsını kullanarak iradesini sergilemelidir. Mahmut Samini Hazretleri'nin imam Efendi'ye gösterdiği kerametler, bir görevin yerine getirilmesi içindir. Burada iki görevli vardır. Birincisi, Mahmut Samini Hazretleri, ikincisi, imam Efendi'dir. imam Efendi sonradan verilecek görev için hazırlanacaktır. işte onu sonraki görevlerine hazırlama işi Mahmut Samini Hazretlerine verilmiştir. Samini Hazretleri bunu bildiği için keramet göstermek zorunda kalır.
îmam Efendiye atfedilen pekçok keramet vardır. Bunlardan bazdan şunlardır. Harput ulemasından Müftü Kemâl Efendi gözündeki bir rahatsızlık için istanbul'a gider. Onu hastaneye yatırırlar. Hastalığı bir türlü iyleşmez. Büyük acılar içerisinde iken bir an için uykuya dalar. O, kısa uyku anında bir rüya görür. Gördüğü bu rüyada, imam Efendi elinde bir tepsi ve üzerinde bir fincan kahve ile hastahanedeki odasından içeri girer. Kemâl Efendi'ye: "Hafız, kahveyi özlemişsindir. Sana kahve getirdim." der. Müftü Kemâl Efendi şaşırır, heyecandan kahvesini zorlukla içer. Kahve bittikten sonra imam Efendi: "Telvesini gözüne sür, hiç bir şeyin kalmaz." der. Müftü Kemâl Efendi denileni yapar, tmam Efendi fincanı alarak kapıdan çıkar. Kemâl Efendi hızla kapıya koşarak uğurlamak ister ama, koridorda kimseyi göremez. Bu sırada da rüyadan uyanır. Gözündeki ağrının kesildiğini hisseder. Birkaç gün sonra da hiç bir şeyi kalmaz. Doktorlar bile şaşırmışlardır. Onlara: "Kahva telvesi iyileştirdi." der.Yine tstanbulda iken bir rüya daha görür. Rüyasında Harput'tadır. Kendisine, imam Efendi'nin Ziyaeddin isminde bir oğlunun olduğunu söylerler. Sabah kalktığında istanbul'dan bir telgraf çeker. Bu telgrafında, imam Efendi'nin bir oğlunun olup olmadığını, olmuş ise ne zaman doğduğunu ve isminin ne olduğunu sorar. Gelen cevapta, rüyayı gördüğü gece imam Efendi'nin bir oğlunun olduğunu, kendisinin Ağın'da bulunması nedeni ile henüz isminin verilmediğini bildirirler. Müftü Kemâl Efendi Istanbuldan Harput'a döndüğü zaman, ilk olarak imam Efendi'nin doğan oğluna hangi adın konulduğunu sorar. Hayretler içinde "Ziyaettin" koyduklarını öğrenir, tmam Efcndi'nin elini öpmeye gittiği zaman imam Efendi, Müftü Kemâl Efendi'ye: "Hoş geldin Kemâl Efendi, maşallah telve gözüne iyi gelmiştir" diyerek tebessüm eder. O, bu ziyaretten sonra imam Efendi'ye intisab etmiştir/3)
Yıl 1916, Birinci Cihan Harbi başlamış, Ruslar doğu cephesinde Bitlis'e kadar gelmişler. Bu sırada Ağınlı Kalaycızade Ahmet Efendi de bu cephede savaşmaktadır. Kışın bütün şiddeti sürerken asker aç ve perişan halde bozguna uğrar, Ağınlı Kalaycızade Ahmet Efendi bu sırada ıssız bir yerde nereye gideceğini kestiremez. O anda mürşidi imam Efendi aklına gelir: "Ya tmam Efendi, imdadıma yetiş!" der. O anda bir atlının kendisine doğru geldiğini görür. Bakar ki, gelen imam Efendi'dir. Bir anda sevinçle her şeyi unutur, imam Efendi'ye doğru koşar. O, elini Kalaycızade Ahmet Efendi'ye uzatarak: "Atla" der. Kalaycızade Ahmet Efendi, imam Efendi'nin elini tutarak atın terkisine biner. Bir süre hiç konuşmadan giderler. Küçük bir tepenin önünde imam Efendi durarak:
"Ahmet, artık kurtuldun, bu tepenin arkasına gideceksin." der. Kalaycızade Ahmet attan indikten sonra bakar ki îmam Efendi kaybolmuştur. Onun dediğini yaparak tepeyi aşar. Geldiği yer Bingöl'dür, Karnı oldukça aç olduğu için bir kapıyı çalmaya niyetlenir. Tam o sırada nöbet gezen askerler Ahmet'i alarak komutanlarına götürürler. Komutan onun perişan durumuna bakarak nereden geldiğini sorar. Ahmet Efendi Bitlis cephesinin dağıldığını, kendisinin mürşidi imam Efendi tarafından buraya kadar getirildiğini söyleyince, komutan şaşkınlık içerisinde: "Cephe ne zaman dağıldı?" der. Kalaycızade Ahmet Efendi, "tki saat kadar oldu" der. Komutan daha çok şaşırır. "Evladım, sen iki günlük yolu gelmişsin, ne iki saati!" der. Onun içinde bulunduğu durumu anlayarak izin verip memleketine yollar. O, doğru Harput'a gelir. Mürşidi imam Efendi'yi ziyarete gider. İmam Efendi Kalaycızade Ahmet Efendi'yi karşısında görünce: "Hoşgeldin Ahmet Efendi" der ve ekler: "Artık kurtuldun değil mi?" (Çemişgezekli meşhur şair ve mutasavvuf Nüzhet Dede'den imam Efendi'nin oğlu Ziyaettin Efendi'ye nakil) imam Efendi Nüzhet Dede ve bir çok kişi Ağın'da bir evde soh-
OSMAN BEDREDDÎN'İN ÇIRAĞI
İmâm Efendiden, talebelerinden Ömer NâsûhîArabistan'a gitmek için izin istedi. İmâm Efendi; "Nâsûh, orada bizi tanıyan çok olur. Sorana selâmımızı söyle!" dedi. O zât kendi kendine; "Oralarda hocamı kim tanıyacak?" diye düşünme cehâletinde bulundu. Arkadaşları ile yolda giderken tipiye tutuldular. Perişan bir halde ilerledikten sonra, bir köye vardılar. Orada büyük bir zât onları misâfir etti. Ömer Nâsûhî'ye dönerek; "Gel bakalım Osman Bedreddîn'in çırağı!" dedi. Şaşıran talebe yine kendi kendine; "Acabâ bu zât burada, hocam orada birbirlerini nasıl tanıyabilirler?" diye düşününce, o zât başını kaldırıp; "Evlâdım, biz birbirimizi hiç görmedik ama birbirimizi gâyet iyi tanırız." dedi. Aradan zaman geçti ve Harupt'a geri döndü. Hocasını ziyârete gidip; "Efendim, sağlıkla gidip geldik. Orada soranlara da selâmınızı söyledim." dedi. Bunları söylerken yine merakı geçmemişti. İmâm Efendi ona; "Ömer, biz Allahü teâlânın bildirmiş olduğu şekilde birbirimizi tanır ve biliriz. Rabbimiz bize hidâyet etmezse hiçbir şey bilmeyiz." buyurdu.
VASİYETİMDİR
İmâm Efendi âilesine ve akrabâlarına şöyle vasiyet etti: Ey benim evlâd, birâder ve akrabâlarım! İslâmiyette ve doğru yolda bulunan kardeşlerim! Benim Ehl-
Lütuf ve ihsânına karşı Allahü teâlâya hamd ederim. Şâyet ömrüm tamam olup, Allahü teâlânın emri üzerine âhirete göçüp, ilâhî rahmete nâil olursam, son ömrümde düşmanımız olan nefis ve şeytan tarafından şaşırtılmak istenirsem, inşâallah ben onları dinlemem. Ancak, İslâm dîninde olduğumu şimdiden işitip, kıyâmet gününde müslümanlığıma şâhitlik etmenizi istiyorum.
Allahü teâlânın birliğine inanıyorum, elhamdülillah. Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm O'nun kulu ve resûlüdür. Yalnız Allahü teâlâ vardır. O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'na mahsustur. O, her şeye kâdirdir.
Sizden Allahü teâlânın birliğine olan bu îmânıma şâhid olmanızı istirhâm ediyorum. Ben âciz ve günahkâr bir kulum. "Allahü teâlânın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allahü teâlâ (şirkten tövbe ve îmân etmek sûretiyle) bütün günahları affeder." (Zümer sûresi: 53) meâlindeki âyet-
Bizim bu siteyi hazırlamamızda ki gayemiz burada ki zatların yaşantılarını anlatarak ,bunların unutulmamasını sağlamak ve Onlardan istifade etmektir..
Fakat Allah'ın bir hikmeti dir ki ,hiç bir kaynakda MUHAMMED ŞERİF EFENDİ ve bunun gibi daha nice Allah dostları hakkında bilgiye ulaşmak güç olduğu gibi, döneminde yaşamış ,sohbet etmiş, îmam Efendi, Miyadınlı Mehmet Efendi ve Mustafa Naci Efendi,Hacı Tevfik Efendi gibi zatlar da MUHAMMED ŞERİF EFENDİ hakkında bir bilgi birikimi aktarmamışlardır..
ALLAH her şeyin en iyisini bilendir....
Allah şefaatlerine nail eylesin...AMİN